Online-Bilgi Yardımı
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Online-Bilgi Yardımı

Online-Bilgi | Uzun Soluklu Paylaşım
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Hücre Organelleri Nelerdir?

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Teorim
Forum Admin
Teorim


Mesaj Sayısı : 540
Kayıt tarihi : 02/04/10
Nerden : Türkiye

Hücre Organelleri Nelerdir? Empty
MesajKonu: Hücre Organelleri Nelerdir?   Hücre Organelleri Nelerdir? Icon_minitimeÇarş. Mayıs 19, 2010 2:37 pm

SİTOPLAZMA

Sitoplazma; hücre zarı ile çekirdek zarı arasıda
bulunan, hücre iskeleti, organeller ve sitozol adı verilen sıvıdan
oluşan kısımdır.Sitoplazmadaki
canlı yapıyı organeller, cansız yapıyı
ise organik ve inorganik bileşikler oluşturur.Cansız yapı;katı sıvı
arası yarı akışkan bir özellik gösterir.

Sitoplazma,Ektoplazma ve
endoplazmadan oluşur.Hücre zarının hemen altındaki yoğun kısma
ektoplazma, ektoplazmayla çekirdek arasındaki daha az yoğun kısma
endoplazma denir.Hücre organellerinin çoğu endoplazmada yer alır.

HÜCRE
İSKELETİ

Bütün yüksek yapılı organizmalarda olduğu gibi hücrenin
de bir iskeleti vardır.Bu iskelet hücrenin belirli bir şekle sahip
olmasını ve hücre organellerinin gerekli olduğu bölümlerde bulunmasını
sağlar.Aynı zamanda hücrenin değişik şekillerdeki hareketini, iğ
iplikçiklerinin oluşturulmasını ve sitoplazma hareketini hücre iskeleti
sağlar.


Hücre sitoplazması , mikrotübül ve
mikrofilamentlerden meydana gelmiş ağsı bir yapıyla doludur.Bu ağsı yapı
hücrenin iskeletini meydana getirir. Aktin, miyozin ve tropomiyzinden
meydana gelen mikrofilamentler, kasılıp gevşeyerek hücre hareketini
sağlarlar.

Hücre iskeletinin arası sitoplazma sıvısı (sitozol)
ile doludur.Bu kısım özellikle glikoz enzimlerini taşır ve protein
sentezinin basamakları bu kısımda gerçekleşir.

Sitoplazma
Hareketleri

Sitoplazma durgun bir yapı göstermeyip canlı
hücrelerde hareket halide bulunur.Bu hareketleri iki şekilde ortaya
çıkar:

Rotasyon Hareketi:Rotasyon hareketi genellikle su
bitkilerinde görülür.Örnek, elodea, nitella bitkilerindeki sitoplazma
hareketleri.Bu harekette sitoplazma, hücre çeperine paralel olarak
hareket eder.Sitoplazma ile birlikte çekirdek ve kloroplastlar da
hareket edebilir.

Sirkülasyon Hareketi:Genellikle kara
bitkilerinde, özellikle tüy hücrelerinde kolaylıkla
görülebilir.Sitoplazma hareketi çeşitli yönlerde olur. Hücre çeperine
paralel olduğu gibi,düzensiz olarak çeşitli yönlere doğru da olabilir.

Bu
hareketler sitoplazmadaki yüzey gerilimi veya yoğunluğundaki
değişiklikler sonucu ortaya çıkar sitoplazma hareketlerinde mikrotübül
ve mikrofilamentlerin de rol oynadığı belirtilmiştir.sitoplazma
hareketleri sonucu hücrenin belli bölgelerinde meydana gelen metabolik
ürün ve artıklar hücrenin her tarafına dağılır.Böylece hücrenin belli
bir bölgesinde oluşan artık maddelerden zarar görmesi engellenir.

SİTOZOL
(SİTOPLAZMA SIVISI)

Sitzolun büyük kısmını (%90) su oluşturur.Bu
oran bazı canlılarda %98’e kadar yükselebileceği gibi, sporlarda ve
tohumlarda %5-15’e kadar düşebilir.Sitozolda organik ve inorganik (kuru
madde) maddelerin oranı %10-40 arasında değişir.Kuru maddelerin %90’ını
organik,%10’unu da inorganik maddeler oluşturur.Sitozolda en çok bulunan
kuru madde protein molekülleridir.Bitki hücrelerinde ise
karbonhidratlar daha çok bulunur.Ayrıca sitozolda; yağ, vitamin, hormon,
organik ve inorganik asitler bulunur.

Sitozolda bulunan önemli
inorganik maddeler Na, Ca, K, P, Mg Fe’dir.Bu elementlerin hücredeki
fonksiyonlarını şöyle özetleyebiliriz:

·Bazı moleküllerin
yapısına girerler.Örneğin Mg klorofilin, Fe hemoglobinin yapısına
katılır.

·Osmotik basıncın oluşmasını yani hücrede belli bir
yoğunluk oluşturarak, suyun hücreye girmesini sağlar.

·Düzenleyici
olarak görev yaparlar.

Sitoplazma yukarıda söylendiği gibi yarı
akışkan,yoğun bir maddedir. Hücre sudan yoğun olup suyun içine
atıldığında dibe çöker.

ORGANELLER

MİTOKONDRİLER

Mitokondri
;Yunanca, mitos = iplik; chondros = tane, buğday anl***** gelmektedir.


Oksijenli
solunum yapan tüm hücrelerde bulunur. Boyları 0.2 - 5 mikron arasında;
şekli, ovalden çubuğa kadar değişir Sayıları hücre başına birkaç taneden
2500'e (karaciğer hücresinde) kadar çıkar. Genellikle 5 - 6 tanesi
ucuca gelerek bir iplik şekli meydana getirir. Canlı hücrelerde
incelendiğinde, şeklinin ve büyüklüğünün değiştiği, diğer
mitokondrilerle birleştiği ve hareket ettiği görülür. Bakteri, yeşil alg
(çekirdeksiz hücrelerde) ve memelilerin alyuvarında bulunmaz.
Kalınlıkları 70 A°olan zarla çevrilmiştir içteki zar iç yüzeyin
artırılması için yaklaşık 200 A^luk aralıklarla birçok kıvrım meydana
getirmiştir; bu kıvrımların tarak şeklinde olanlanna "Krista ( Cristae)"
(Latince, cristae tarak demektir), tüp şeklinde olanlarına da "Tubulus"
(Latince, borucuk demektir) denir (Şekil 3.10). Buna göre de mitokondri
tipi tanımlanır. Kristaların iki zar birimi arasındaki aralık 60
A''dur. Dıştaki ve içteki her iki zar da, daha önce açıkladığımız,
ortada fosfolipit, dışta (kısmen) bir maddesi olarak kullanan bazı
bakteriler, bir rastlantı sonucu, oksijensiz soluyan ilkin hücrelerin
içine girerek, onlarla ortak (simbiyoz) yaşamaya başlamıştır. Bu
ortaklıktan her ikisi de yarar sağladığı için, gelişerek üstünlük
kurmuşlardır. Nitekim ilkin hücreler, organik maddeleri ancak oksijensiz
solunumla belirli evrelere kadar parçalayabilmektedirler
(karbonhidratları sitoplazmada pirüvik aside kadar). Halbuki oksijenli
solunuma geçen mitokondriler (bir zamanların bakterisi) sitoplazmadan bu
son ürünü alıp, Krebs çemberine sokarak çok daha fazla enerji elde
etmekte ve ener*jinin fazlasını ATP halinde, kendini taşıyan ve koruyan
ilkin kökenli hücreye vermek*tedir. Mitokondrilerin bakteriler gibi
kendine özgü çember DNA (katena form) taşıması bu varsayımı
kuvvetlendirmektedir.

RİBOZOMLAR

Virüsler hariç tüm canlılarda bulunur. Yaklaşık 15 -
20 nm. (150 - 200 A°) çapında, hepsi birbirinin benzeri, küremsi ya da
oval partiküllerdir. Hücrelerin en küçük organelidir. özünde taban
kısımlarıyla birbirine mRNA (messenger RNA) aracılığıyla yapışmış biri
büyük (moleküler ağırlığı yaklaşık 1.300.000 dalton) diğeri küçük
(moleküler ağırlığı yaklaşık 600.000 dalton) iki alt birimden meydana
gelmiştir.
Bu birimler ancak mRNA'nın varlığında birbirlerine
yapışırlar, sentezleme işlemi bittiğinde, ayrılır ve tekrar diğer bir
mRNA'nın varlığında başka bir alt birimle bir araya gelirler. Sayıları,
genç ve özellikle sentez yapan hücrelerde fazladır; örneğin Escherichia
coli bakteri hücresinde 6000, tavşanların retikülosit hücrelerinde ise
100.000 kadardır. Hücrelerde ya tek tek (monomer ribozomlar) ya da mRNA
aracılığıyla iki alt birimi birleştirilmiş birçok ribozom taşıyan bir
tespih şeklindedir (Şekil 8.18 ve 34). Bu sonunculara poliribozomlar ya
da sadece potizomlar denir, Polizomdaki ribozom sayışı mRNA'nın
uzunluğuna bağlıdır. Örneğin, bu, hemoglobin sentezi yapan polizomlarda
5'dir. Protein, büyük ölçüde poliribozomlarda sentezlenir. Hüc*reler
gençken sitoplazmada daha çok serbest halde bulunmalarına karşın,
yaşlan*dıkça ER kanalcıklarına (her zaman dış yüzüne) bağlanma oranları
yükselir (tanecikli ER).

Bir görüşe göre ER'a bağlı ribozomlar
hücre dışına salınan proteinleri yapar (pankreasın sindirim enzimlerinde
olduğu gibi). Serbest ribozomlar da hücrenin kendi içinde kullanılan
proteinlerini sentezler.

Ribozomlar, rRNA ve proteinlerden
yapılmıştır. Proteinler, sitoplazmadan gelmedir. Buna karşın, rRNA
kromozomun belirli yerlerinin kodlanmasıyla oluşur, çekir*dekçik
içerisinde depolanır ve daha sonra sitoplazmaya geçer..
Aynı türdeki
hücrelerde ribozomların protein ve amino asit bileşimi aynıdır. Değişik
türlerde ve canlı gruplarında ise ribozomların yapılışı birbirine çok
benzer. Hatta evrensel bir yapıya sahiptirler.

ENDOPLAZMİK
RETİKULUM

Hücre zarını çekirdek zarına bağlayan kanallardan
meydana gelir. E.retikulum; yumurta, embriyonik hücreler ve eritrositler
hariç bütün ökaryotik hücrelerde bulunur.Her hücrenin endoplamik
retikulumu kendine has bir yapıya sahiptir.
Endoplazmik retikulum
kanalcıkları sabit bir yapıya sahip olmayıp, hücrenin işlevine göre
değişebilir.Kanalcıklar hücre bölünürken kaybolur,daha sonra yeniden
oluşur.endoplazmik retikulumun başlıca özelliklerini şu şekilde
sıralayabiliriz:

·Zarları üzerinde bulunan ribozomların
sentezlediği protein moleküllerini golgi aygıtına taşır.

·Granülsüz
endoplazmik retikulum yağ sentezi yapar. İç salgı bezlerinden yağ
tabiatında steroid hormonları salgılar.

·Sitoplazmik matriksle
birlikte hücreye destek sağlar.

·Hücre içi dolaşımı sağlar. İyon
ve küçük molekülleri gerekli bölgelere taşır.

·Hücrede asidik ve
bazik tepkimelerin birbirlerini etkilemeden meydana geldikleri ortamı
oluşturur.

·Çizgili kaslarda, kasın gevşemesi ve kasılmasında rol
oynar.

·E.retikulumun yapı ve fonksiyon yönüyle çekirdekle yakın
ilişkisi vardır.

Granüllü Endoplazmik Retikulum

Zarları
üzerinde ribozom bulunduğu için granüllü bir görüntüye
sahiptir.Ribozomlar endoplazmik retikulum üzerine düzenli aralıklarla
dizilirler. Bu tip endoplazmik retikulum özellikle protein sentezinin
hızlı olduğu hücrelerde daha iyi gelişir.Ribozomlarda sentezlenen
protein, endoplazmik retikulum kanallarına geçer. Sentezlenen proteinler
ya doğrudan metabolik faaliyetlerde kullanılır ya da golgi aygıtı
vasıtasıyla hücre dışına salgılanırlar.

Granülsüz Endoplazmik
Retikulum

Üzerinde ribozom bulunmaz, düz bir yapıya
sahiptir.Genellikle, karaciğer, testis, ovaryum, böbrek üstü bezi,
bağırsak mukozası gibi işlevleri birbirinden farklı hücrelerde bulunur.
DiKTiYOZOM
(Dictyosoma) ve GOLGi AYGITI

Golgi aygıtı birçok alt birimlerden
meydana gelmiştir. Bu birimlerin her birine diktiyozom denir (Yunanca
diktiyon = ağ, soma = vücut demektir). Diktiyozomların tümü Golgi
aygıtını oluşturur.
Ergin sperma ve kan hücreleri hariç tüm hayvan ve
keza bitki hücrelerinde bir ya da birkaç tane bulunur. Sentezleme,
özellikle salgı yapan hücrelerde iyi görülür (ipekböceğinin ipek salgı
bezlerindeki hücrelerde çok gelişmiştir). Genellikle sentri-yolun
civarında ve çekirdeğin üzerine yakın olarak bulunur. Düz ER'dan çok
farklı değildir. Düz ER'a göre tüpcük ve lamelcikleri daha yoğun olarak
içerir . Birbirinin üzerine katlanmış 5-30 kadar kanalcık (Cistern =
Sisterna = Latince yağmur suyu toplayan çukur demektir) taşır. ER'dan
osmium ve gümüş içeren boyalarla boyanmasıyla ayrılır, ilk defa 1898
yılında italyan bilim adamı camıüo golgi, gümüşlü boya ile sinir
hücrelerinde üstüste dizilmiş plakaları tanımladığından, bu yapıya,
bilim adamının ismine adanarak "Golgi Aygıtı" dendi, önemi elektron
mikrosko*buyla ortaya çıktı.
[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Kanalcıklar GA'nın orta ve tabana yakın kısmında
bulunur. Uç kısmına gittikçe bu plakçıkların ve kanalcıkların, hücre
zarına doğru göç eden veziküllerle (keseciklerle) kullanılıp bitirildiği
gözlenir. Özünde burada akıcı ve sürekli bir denge vardır. Bir taraftan
(proksimalden) senteztenmeye başlayan maddeler uca (distale) doğru
itilerek uzaklaştırılır. GA'nın zarları zar birimine benzer; fakat daha
incedir (6-10 nm.). Bu ise GA'nın, ER ile hücre zan arasında bir geçit
ödevi gördüğünü kanıtlar, öyle ki ER'un üzerinde sentezlenen protein,
bazı maddelerin de eklenmesiyle (GA'nda) zar birimleri ya da pulcukları
halinde hücre zanna iletilir ve onun yapışma katılır. GA'nda basit
şekerlerden kendine özgü polisakkaritlerin sentezlendiği saptanmıştır.
Böylece hücre zarının yapışma katılarak onun özgüllüğünü saptayan
karbonhidrat*lar, GA'nda sentezlenmektedir. Salgının attimasından başka,
hücredeki fazla suyun (birhücrelilerde) vurgan koful aracılığıyla
atılması da GA'nın görevleri arasındadır. Çünkü vurgan (kontraktil)
koful GA'ndan meydana gelir. Bununla beraber GA'nın hücreden hücreye
değişiklikler gösterdiğim unutmamak gerekir. GA'nın sentezlenmesini ve
madde yapımına katılımım biraz daha ayrıntısıyla inceleyelim:
Sindirim
kanalının içinde, özellikle bağırsaklarda, kimyasal ve fiziksel
etkilerden hücreleri koruyan mukus denen bir sıvı salgılanır. Bu sıvı
bağırsaklarda Goblet hücrelerinden çıkarılır. Adı geçen salgı hücreleri
incelendiğinde, mukus damlacıklarının, hücrede, GA'nın civarında daha
sık bulunduğu görülür. GA, hücrenin taban kısmın*da yassılaşmış
kanalcıkları içeren bir çanak gibi olduğu halde, hücrenin uç kısmına
(distaline) gittikçe bu kanalcıkların içi mukusla dolmuş kesecikler
haline dönüştüğü ve bir zaman sonra da hücre zarına ulaşarak dışarıya
doğru aktığı bilinmektedir, işaretlenmiş azotla yapılan denemelerde,
proteinlerin ER'da sentezlendiği, daha sonra paketlenmek üzere GA'na
geldiği ve burada belki yapısımn kısmen değiştirildiği (l)
bilinmektedir. Fakat her durumda, burada, her salgı hücresi için kendine
özgü yapı*lışta karbonhidratların protein molekülüne eklenerek, onun
hücre zanndan çıkabilmeşini (!) ve meydana gelen kompleksin salgı
niteliğini kazanmasını sağladığı kısmen bilinmektedir. Çünkü salgı
proteinlerinin tümü glikoprotein halindedir.
İşaretlenmiş glikoz ve
sülfatlarla yapılan gözlemlerde, proteinlere şeker ve sülfat
eklenmesinin GA'nda gerçekleştiği kanıtlanmıştır. Mukopolisakkaritlerin
de GA'nda sentezlendiği bilinmektedir. Bu madde bir iç salgı olup
kıkırdak hücrelerinin yapışma katılır. Ayrıca tüm dış salgı hücrelerinin
salgı yapımının yanısıra, iç salgı hüc*relerinin (paratiroitteki
glikoprotein salgısı gibi) birçok maddesinin, keza bitkilerdeki
selülozun, karaciğer hücrelerinde lipoproteinferin sentezlenmesine
katıldığı açık bir gerçektir. Bazı hücrelerde de lizozom granüllerini
yaparak sitoplazmaya vermektedir.
Uzun zaman, pek önemli bir organel
olmadığı gerekçesiyle, dikkate alınmayan GA, son zamanlarda hücre zannın
özgüllüğünü saptamada önemli görev almaşı nedeniyle, dikkatleri üzerine
çekti. Çünkü hücre zannın özgüllüğü karbonhidratlarla saptanmaktadır ve
karbonhidratlar da GA'nda sentezlenmektedir. Bazı karbonhidratların,
proteinler gibi kalıtsal denetim altında sentezlendiğine ilişkin
kanıtlar vardır. Kan grupları ve immunokimyasal incelemeler bunu
göstermektedir.

LİZOZOMLAR

Mitokondrilerin büyüklüğünde (0.5 mikron çapında);
sayıca onlardan az ve daha düşük yoğunlukta; lipoprotein yapısında tek
tabakalı bir zarla çevrilmiş, içlerinde litik enzimler (hidrolazlar,
proteazlar, lipaztar ve fosfatazlar; toplam kırktan fazla enzim
saptanmıştır) içeren, çoğunluk küremsi keseciklerdir (Şekil 3.1 ve 5).
ilk defa 1955 yılında sıçan karaciğerinde saptanmış, daha sonra
alyuvarlar hariç, tüm hayvansal hücrelerde, özellikle vücudun
savunmasından sorumlu olan akyuvarlarda ve makrofajlarda, bol miktarda
bulunduğu görülmüştür. Bitki hücrelerinde, mantar*larda ve mayalarda
lizozom benzeri yapıların olduğuna ilişkin bazı kanıtlar vardır.
Bakterilerde ise lizozom yoktur; fakat litik enzimler bulunmuştur.
Hücrelerdeki
bileşikleri, özellikle protein, polisakkarit ve çekirdek asitlerin!,
hidroliz ederek parçalayabilen bu litik enzimler, bir zarla çevresinden
ayrılmakta ve büyük bir olasılıkla da, lizozom İçerisinde etkisiz
(inaktif) durmaktadır. Tahrip edilen bir fizozomdan dışarıya akan
enzimler, kısa bir sürede tüm hücre içeriğim' liziz ederek
(parçalayarak), onu ölüme sürükler. Bu olaya "Otoliz" denir, ölümden
kısa bir süre sonra kokuşmanın ortaya çıkması, bu lizozomların bozulması
nedeniyledir. Lizozom enzimleri ribozomlarda sentezlenerek ya ER
aracılığıyla doğrudan doğruya ya da GA aracılığıyla dolaylı olarak
paketlenerek, yani bir kesecik içerisine alınarak sitoplazmaya verilir,
içi tanecikli, lamelli ya da homojen yapıda olabilir.
Yumurtanın
döllenmesi sırasında, spermanın akrozomundan çıkarılan (yumur*tayı
delmek için) enzimler lizozom içeriğidir. Lizozomların iyi işlev
görmemesi hücrelerin ve dokuların yaşlanmasına neden olur. Metamorfoz
(başkalaşım) geçiren canlı*ların hücrelerinin bir çeşit eriyerek yeniden
şekillendirilmesinde, erime işlemim gerçekleştiren lizozomlardır. Keza
dokulardaki programlanmış (zamanı gelmiş) hücre ölümleri de yine bunlar
tarafından yapılır.

Karbonhidrat taşıyan proteinler ve diğer
maddeler özellikle hücre yüzeyinde bulun***ar ve hücrelerin birbirlerini
tanımasın) (kendi doku türünden olanlar), diğer hücrelerle ilişki
kurmasını, morfogenetik hareketlerin (embriyolojik hücre hareketleri)
oluşmasını sağlarlar. Birhücrelilerin konjugasyon yaparken birbirini
tanıması ve birbi*rine yapışması hücre yüzeyindeki özel
karbonhidratlarla olur. Embriyonik gelişim sırasında farklılaşmış
hücrelerin bir araya toplanması için de bu karbonhidratlar önemlidir.
Hücre
yüzeyindeki bazı glikoproteinlerin bozulmasıyla kanserleşmenin ortaya
çıktığı bulununca, araştırmalar bu konu üzerinde yoğunlaştı. Virüslerin
konukçu hücreleri tanıması (hücreye özgü virüsler) da bu
karbonhidratlarla ya da karbonhidratlı proteinler aracılığıyla
olmaktadır. Hücre içerisine endositosisle alınacak madde*lerin
lizozomlarda parçalanıp parçalanmayacağı ya da hangi asamaya kadar
parça*lanacağı bu endositoz zarın özgüllüğü ile saptanır. Bu zar da
hücre zarından oluşur ve dolayısıyla GA'nın dolaylı denetimi altındadır.
Sonuç
olarak hücreye girecek ve çıkacak tüm maddeler, hücrenin bölünmesi,
gelişmesi, farklılaşması, işlevleri ve diğer hücrelerle olan ilişkileri,
hücre zan tarafın-dan saptanır. Zarın özelliği de proteinlerle
birlikte, karbonhidratlar tarafından sağlanır ve karbonhidratlar
(glikozamin ve mannoz hariç; bunlar protein molekülüne ribozomlarda
eklenir), özellikle terminal şekerler (galaktoz, fukoz ve sialik asit)
protein zincirlerine GA'nda eklenir. Golgi aygıtının sistemleri ER'dan
meydana gelmiştir.
Hücre içerisine giren küçük moleküller doğrudan
doğruya enerji elde eden sis*temler (glikoliz ve trikar***silik asit
çemberi) aracılığıyla parçalanabilir ya da sentezlenme tepkimelerine
herhangi bir değişikliğe uğramadan katılabilir. Halbuki endositozisle,
fagositozla ve besin kofullarıyla (birhücrelilerde) hücreye alınan büyük
moleküller, maddeler, hatta bakteriler, lizozomlar aracılığıyla küçük
moleküllere par*çalanır. Bir miktar hücre zarıyla çevrilmiş olarak,
hücre içine giren bu besin kofulu (fagozom), lizozomlarla sarılarak,
temas ettikleri yerde, zarları erimek suretiyle bir tek koful halinde
birleşirler. Litik enzimler bu koful içinde besin maddelerim, koful
zarından difüzyonla geçebilecek kadar küçük moleküllere parçalarlar ve
sindirileme-yen kısım koful içinde kalır. Birhücreli canlılarda, artık
maddeleri taşıyan bu koful, hücre zarıyla birleşerek dışarıya açılır ve
sindirilemeyen maddeler bu yolla atılır. Yüksek organizasyonlu
canlılarda bu artıklar ya yavaş yavaş (çoğunluk difüzyonla) hücre dışına
atılır (karaciğer hücrelerinde olduğu gibi) ya da sindirim kofulu
tekrar tekrar kullanılarak, bir zaman sonra artık maddelerle dolmasına
ve hücrenin yaşlan*masına neden olur. Yaşlandıkça insanın vücudunda,
özellikle ellerinin üzerinde, omuzlarında ya da yüzünde, kahverengi
lekelerin oluşması, lipofuksin denen pigmentlerin (yaşlılık pigmenti)
birikmesindendir,
Kandaki akyuvarlar, vücudu, özellikle bakterilere
karşı savunmak için sorumlu olduklarından, taşıdıkları taneciklerde bol
miktarda lizozom enzimi içerirler. Böylece, bir zaman sonra akyuvar
içerisindeki taneciklerin hepsi bakteri lizisinde kullanılır ve tüm
hücre bir ya da birkaç kofulla tamamen dolar. Bu artık maddeler dışarıya
atılamadığından bir zaman sonra akyuvar ölür.
Kemiklerin yıkılıp
yeniden yapılması sırasında, lizozomlar, yıkıcı osteoklast hücrelerinden
dışarıya litik enzimler salgılarlar ve yıkılan artıkları da hücre
içerisinde sindi*rirler. Keza yumurtanın döllenmesi sırasında da
spermanın akrozumundan (basının uçundan) litik enzimler (pankreas
tripsinine benzer bir enzim) salgılanarak, yumurta zarının ****nmesi
sağlanır. Döllenmeden hemen sonra, bu sefer, yumurtanın kabuğunda
bulunan taneciklerdeki litik enzimler serbest hale geçerek kabuğu
parçalar ve diğer spermaların girmesin! önleyecek yeni bir kabuğun
meydana gelmesini sağlar.
Lizozomlar keza kendi hücresi içerisindeki
bazı maddeleri ya da organelleri (çoğunluk işlevlerim bitirmiş ya da
bozulmuş) de sindirir. Bunun nasıl işlediği tam olarak bilinmemektedir.
Sindirim kofullarının içinde ribozom ve mitokondrilere rast*lanır. Fazla
A vit*****nin kemiklerdeki ve kıkırdaktaki lizozom enzimlerim serbest
bıraktığı ve dolayısıyla kemikleri kırılır bir duruma geçirdiği; fakat
yeterli miktarlarda da yaşlı hücreleri yok etmeyi sağladığı için genç
kalmada yardımcı olduğu saptan*mıştır.
Lizozom enzimleri daha çok
hafif asidik ortamlarda etkendir. Hücrede birçok işlevinin yanısıra,
bozukluklarında bazı hastalıkların ortaya çıkmasına neden ol***ar.
örneğin, soluduğumuz havadan alınan karbon parçacıkları, akciğerimizdeki
fagosit*lerde yıllarca kalmasına karşın, silisyum dioksit, fagositlerin
lizozomuna girer ve ora*da bulunan enzimlerin etkisiyle, kristallerinin
üzerinde silisik asit oluşur. Silisik asidin hidroksil grupları, hücre
zarının yapısında bulunan fosfolipit ve proteinlerin bazı gruplarıyla
çok sıkı hidrojen bağları kurar. Böylece hücre ve lizozom zarları
zedelenir. Ayrıca silisyum dioksit taşıyan fagositler hücre dışına bir
madde salgılarlar. Bu mad*de, özellikle akciğerdeki bağ dokunun bir
çeşit fibröz dokuya dönüşerek esnekliğin} yitirmesine neden olur. Keza
aspest kristalleri de aynı rahatsızlıklar), özellikle mezotelyum (vücut
boşluğunu astarlayan zar) kanserlerini meydana getirir. Kanda ürik
asidin fazla olması (proteini fazla alanlarda daha yaygındır),
mono-sodyum ürat kris*tallerinin eklem yerlerinde toplanmasına (gut
hastalığı) ve buradan da fagositlerin içi-ne girerek, lizozomlarındaki
enzimleri serbest bırakmasına neden olduğu bilinmekte*dir. Bu da sonuçta
kininlerin (ağrı yapıcı maddeler) meydana gelmesini sağlar. Bun*dan
başka lizozom enzimlerinin, histamin, serotonin ve bradikinin oluşumunu
sağla*dığı, bunların da yangıya (apse) neden olduğu varsayılmaktadır.
Sıtmaya karşı kulla*nılan kinin, bağırsak parazitlerine karşı kullanılan
karbon tetraklorit, parazitlerin lizo-zomlanna yoğunlaşarak onların
etkinliğini bozar. Keza deriyi ışığa karşı duyarlı kılan porfirin,
antrasen ve nötral kırmızısı yine lizozomlarda toplanır.
Mitozda
lizozomların sayışı azalır ve olanlar da kenara itilir (normal durumda
çekirdek civarında fazladırlar). Keza lizozom zannın geçirgenliğim
artıran maddeler (örneğin karsinojen etki gösteren forbol A)
verildiğinde, mitoz bölünme hızı artırılır, stabilize edici maddeler
(kortizon gibi) verildiğinde bu hız azaltılır. Bu da mitoz bölün*menin
belirli ölçüde lizozomlarla hızlandırıldığını kanıtlar. En azından
meydana getir*diği proteaz enzimler aracılığıyla, ribozomlardaki protein
sentezini inhibe eden bazı proteinleri parçalamak suretiyle, hücre
aktivitesini artırdığı saptanmıştır. Nitekim yumurtanın döllenmesi
sırasında verilen litik enzimler (keza yumurta hücresine proteolitik
enzimler verildiğinde de aynı şey olur) bu inhibitörü ortadan
kaldırdığından, protein sentezi büyük ölçüde artar.
Lizozomlardan
elde edilen lizozom deoksiribonükleazın (DNaz) DNA'yı parça*ladığı
bilinmektedir. Lizozom DNaz'ın iki aktif bölgesi vardır. Bunlar DNA
sarmalının her iki ipliğin! birden parçalarlar. Yalnız bir ipliğin
parçalanması, karşı taraftaki komplementeri tarafından onarılabilir
(daha geniş bilgi için kalıtımla ilgili bölümdeki DNA rejenarasyonuna
bkz!). iki taraflı yıkımın onarımı olanaksızdır. Lizozom DNaz'ı, DNA'yı
tam yıkmasına karşın, pankreas DNaz'ı kısmen yıkabilmektedir.
Kanser
meydana getiren birçok faktörün (fiziksel mor ötesi ışınlar ve îyonize
ışınlar; kimyasal polibenzoitler, hidrokarbonlar, azotlu bazı
bileşikler, dişi eşey hormonu, silis, aspest vs. ve virüsler) doğrudan
ya da dolaylı olarak kromozom yapışım ya da DNA'nın dizilimim bozduğu
bilinmektedir, özellikle silisyum dioksitte anlattığı*mız gibi bazı
maddelerin lizozom zarım bozarak, enzimlerin, bu arada DNaz'ın serbest
kalmasına; bunun da DNA'yı bozarak hücrenin kanserleşmesine yol açtığı
varsayılmaktadır.
Keza kalıtsal olarak, birçok enzim
sentezlenemeyebilir ve buna bağlı olarak lizozomlar işlevlerim
yapamazlar. Bu şekilde, çoğunluk autozomlardaki çekinik genlerin neden
olduğu (bir tanesi eşey kromozomundadır) on kadar hastalık
tanımlanmıştır (örneğin Tay-Sachs, Niemann-pick, vs.), özel yöntemlerle
(enzimlerin üzerim antikorla kaplamak suretiyle), dışarıdan, lizozom
içine sokulan eksik enzimler, hastaların iyileşmesine neden olur.



KOFUL

Hücre
zarının sitoplazmaya doğru yaptığı bir kıvrımlardan, endoplazmik
retikulumdan, veya golgi aygıtından meydana gelirler.Kese şeklinde içi
sıvı dolu bir organeldir.Kofullar madde alış verişinde ve bazı
maddelerin depolanmasında ve hücre içi sindiriminde rol oynarlar.

Kofullar
daha çok tek hücreli organizmalarda ve bitki hücrelerinde
bulun***ar.Hayvan hücrelerinde çok küçük olan koful, bitki büyük ve
fazla gelişmiştir. Kofullar genç hücrelerde küçük, yaşlı hücrelerde ise
hücreyi doldurabilecek kadar büyük olabilirler.Tek hücreli canlılardaki
boşaltım kofullarına kontraktil kofulu denir.

PLASTİDLER


Sadece
bitki hücrelerinde bulunan hayvan hücrelerinde bulunmayan
organeldir.Plastidler renklerine göre üçe ayrılırlar.

Kloroplastlar:Yeşil
pigment (renk maddesi) taşıyan plastidlerdir.Bitkilerin yaprak ve genç
gövdelerindeki hücrelerde bulun***ar.Mitokondrilerde olduğu gibi çift
zarla çevrilmişlerdir.Kendilerine özgü DNA ve RNA’ları
vardır.Kloroplastların içi stroma denilen renksiz sıvı ile
doludur.Stroma içinde ise lameller şeklinde granumlar yer alır. Klorofil
pigmentleri lameller üzerinde yer alır.

Kromoplast:Genellikle
genç hücrelerin plastidlerinden meydana gelir.Sarı(ksantofil),
turuncu(karoten), kırmızı(likopin) gibi pigmentleri taşırlar.Bu
pigmentler meyvelerin ve çiçeklerin rengini verir.Domateste likopin,
havuçta karoten, ayçiçeğinin taç yapraklarında ksantofil pigmentleri
vardır.

Lökoplast:Bitkilerin ışık görmeyen kısımlarında oluşan
renksiz plastidlerdir. Lökoplastlar ışık varlığında kloroplasta
dönüşürler.Bitkilerin protein, yağ, nişasta depolandığı organeldir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Hücre Organelleri Nelerdir?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» HÜCRE ZARI
» HÜCRE ÇEŞİTLERİ
» HÜCRE ve HÜCRENİN YAPISI
» HÜCRE YÜZEYİNDE FARKLILAŞMALAR
» Ay ve Özellikleri Nelerdir?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Online-Bilgi Yardımı :: Eğitim-Öğretim :: Biyoloji-
Buraya geçin: