Online-Bilgi Yardımı
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Online-Bilgi Yardımı

Online-Bilgi | Uzun Soluklu Paylaşım
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Kemal'İn askerlerİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Metruk
Root Admin
Metruk


Mesaj Sayısı : 351
Kayıt tarihi : 02/04/10
Yaş : 32

Kemal'İn askerlerİ Empty
MesajKonu: Kemal'İn askerlerİ   Kemal'İn askerlerİ Icon_minitimeC.tesi Mayıs 22, 2010 1:09 pm

KEMAL'İN ASKERLERİ & VAHDETTİN'İN POLİTİKACILARI

O, Türklüğün sessiz onurudur, gururudur, cesaretidir. O, Türk Ulusu'nun
temsil ettigi tüm değerlerin simgesidir. O, başlıbaşına bir Türkiye'dir.
Ve O'nun yazgısı, gerçekte Türkiye'nin yazgısıdır... Ama kaç kişi bilir
O'nu ve kaç kişi hatırlar?!. Kaç kişi özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı,
hatta aldığımız her nefesi borçlu olduğumuz adsız kahramanlardan biri
olarak kendisini yâdeder?!. Cumhurbaşkanı mı, Başbakan mı, TBMM Başkanı
mı, Anayasa Mahkemesi Başkanı mı, Yargıtay Başkanı mı ya da bu ülkeyi
yöneten bürokrat ve politikacılar mı?!.
Eğer bir gün yolunuz Sandıklı-Afyon arasına düşerse, lütfen O'nu ziyaret
ediniz. Marmaris, Bodrum, Kuşadası, Antalya, Fethiye gibi hemen
çoğunluğumuzun yılda en az bir kez tatil için geçtiği yol üzerindedir O.
Her gün onbinlerce aracın geçtiği yolda, herkes bakar da O'nu görmez.
Daha doğrusu görmezlikten geliriz o küçücük tabelayı!.. Belli belirsiz
şu ibareyi okursunuz: "Albay Reşat Bey-Çiğiltepe Şehitliği 10 km."!..

10 Kilometrelik yolu ancak yarım saatte alırsınız. Aslında yol bile
denemez; taşlar, çukurlar ve tozlar arasında tepeleri tırmanırsınız. Yol
ayrımında bir tabela daha görürsünüz; en az Türkiye'yi yönetenler kadar
kararmış kalpli avcıların nişangahı haline geldiği için bir tek
kelimeyi bile okuyamazsınız. Yolu rastgele sağdan takip etmişseniz, bir
süre daha güç bela ilerledikten sonra O'na ve O'nunla birlikte bu vatan
için, bugünlerimiz ve yarınlarımız için canını veren kahramanlarımızın
yattığı şehitliğe ulaşırsınız... Tek duyduğunuz, bölgenin en yüksek ve
stratejik tepesindeki şiddetli rüzgârın uğultusudur. Başka ne bir ses ve
ne bir nefes. Eğer bu ülkeyi seviyorsanız, Cumhuriyetin erdemlerine
inanıyorsanız, Türklük bilincine sahipseniz, Albay Reşat Bey ve diğer
şehitlerimizi elbetteki duyamaz ama tüm benliğinizde iliklerinize kadar
hissedersiniz!.. Onların sizin ziyaretinize de, dualarınıza da
ihtiyaçları yoktur; çünkü erişebilecekleri en üst mertebeye zaten
ulaşmışlardır. Belki birkaç damla gözyaşı ve kalpten gelen minnet ve
teşekkür!.. İsteseniz de başka bir şey veremezsiniz. Yapabileceğiniz tek
şey, Onları hissetmektir. Bir de çevrede duyarsız insanlarımızın
bıraktıkları çöpleri toplayabilir; tozlanmış mezar taşlarını, Reşat
Beyin büstünü ve kitabeleri sevgiyle silebilirsiniz. Hepsi o kadar!..

ALBAY REŞAT BEY KİMDİR?

1879'da İstanbul'da doğan Reşat Bey, 1896'da Harp Okulu'nu bitirdikten
sonra, Türk Ordusu'nun farklı komuta kademelerinde görev yapmış;
Trablusgarp ve Balkan Savaşları'na katılmıştır. Askeri Mahkeme üyeliği
de yapan ve Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale Cephesi'nde olağanüstü
kahramanlığı ile dikkatleri çektikten sonra getirildiği 17. Alay
Komutanlığı görevindeyken Muş'un Rus işgalinden kurtarılmasında da
önemli rol oynayan Reşat Bey, XVI Kolordu Komutanı Mustafa Kemal
Paşa'nın takdirlerini kazanmıştır. Ünlü Ziya Paşa'nın oğlu olan Reşat
Bey, daha sonra 53. Tümen Komutanlığı'na getirilerek Suriye Cephesi'nde
görevlendirilmiştir. 1918'de İngilizlere esir düşen Reşat Bey, daha
sonra esaretten kurtulur kurtulmaz Aralık 1919'da Milli Mücadele'ye
katılmak üzere İnebolu'dan "İstiklal Yolu" üzerinden Ankara'ya
geçmiştir. Reşat Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından 11. Kafkas Tümeni
(sonradan 21. Tümen) Komutanlığı'na getirilmiştir. Yarbay rütbesi ile
İnönü ve Sakarya muharebelerine de iştirak eden ve olağanüstü performans
gösteren Reşat Beye, son olarak 57. Alay Komutanlığı görevi verilmiş;
bizzat Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından, Büyük Taaruzun ikinci
gününde, muharebenin ve de ülkenin-ulusun kaderini etkileyecek en kritik
mevkide yeralan -Sincanlı Ovasından Dumlupınar'a kadar tüm yolların
önündeki en stratejik engel olan- Çiğiltepe'yi düşmandan temizlemesi
emredilmiştir (1). Ne var ki, bu tepenin onemini çok iyi bilen Yunan
Başkomutanı Trikopis ise, en zinde kuvvetlerini, üstün ateş gücüyle bu
tepeye yığmış; tahkimatı tamamlamıştır.

İşte, gerisini resmi kayıtlardan izleyelim:

"... 27 Ağustos 1922 sabahı 57. Alay bu tepeyi kuşatmış, saat 10.30'da
Mustafa Kemal telefonda komutana;


*Reşat Bey, bu önemli tepeyi ne zaman alacaksınız?
*Komutanım, yarım saat sonra alacağız.

*Başarılar diliyorum.

10.45 Mustafa Kemal: - Düşmanın halen direndiğini görüyorum. Gözümüz o
tepede, çok önemli.

*Komutanım tepeye düşman bir tümen yığmış direniyorlar. Ama alacağız
komutanım, mutlaka alacağız.

11.00 Mustafa Kemal: - Reşat Beyi istiyorum.

*Komutanım Reşat Bey size bir mesaj bırakarak intihar etti. Okuyorum,
komutanım.

*Yarım saat zarfında bu tepeyi almak için söz verdiğim halde sözümü
yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam komutanım.

Mustafa Kemal'in gözlerinden yaşlar boşanır: -Allah rahmet eylesin,
Reşat Bey büyük bir vatanseverdir.

11.45 Başkomutanın telefonu çalar: - Çiğiltepe alınmıştır komutanım.
Yüzlerce ölüsünü bırakan düşman Sincanlı Ovasına doğru kaçmaktadır,
arzederim".

İlgili resmi kayıt burada biter. Sonrasını Başkomutan Mustafa Kemal Paşa
şöyle ifade eder:

"Türk Askerine,

Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir
askere rastgelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en
büyük payı senindir. Burada şehit olan kahraman evlâtlarımızı minnetle
anıyorum, ruhları şâd olsun. Başkomutan Mustafa Kemal".

Şimdi, yukarıdaki en büyük Türkün ******'ün yüreğinden kopan bu sözler,
Albay Reşat Bey Şehitliği'ndeki mermer bir kitabeye nakşedilmiştir.
Başınızı biraz çevirirsiniz, sıra sıra şehitlerimizin kabir taşlarını
okursunuz: "Sivas-Hasan oğlu Hüsnü-23 yaşında", "Tunceli-Ahmet oğlu
Mevlût- 20 yaşında", "Konya-Ruşen oğlu Haşim 21 yaşında", Mersin-Hasan
oğlu Ömer 24 yaşında", "Afyon-Mehmetoğlu Musa 18 yaşında" ve diğerleri
(2)... Acısını duyarsınız, hayatlarının baharında, komutanları Reşat
Beyin onurlu intiharından sonra gözlerini kırpmadan ölüme doğru koşan
gencecik yiğitler!.. Bizler ve bizden sonra gelecekler için en değerli
varlıklarından, canlarından vazgeçmiş Türk oğlu Türkler!.. Sonra ana
kitabede şu satırları okursunuz ve duyduğunuz acı, sonsuz bir Türk olma
onuruna ve gururuna bırakır yerini:

"Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir.

İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara topraga girenlerindir."


YA ZEUGMA, HASANKEYF VE DİĞERLERİ...

Albay Reşat Bey Çiğiltepe Şehitliği'nin bir tek görevlisi bile yok!..
Yolu yok ki, görevlisi olsun!.. Ya Zeugma, Hasankeyf ve diğer antik
kentler!.. Efes, Didim, Perge, Side, Bergama, Kapadokya, Antakya, Milas,
Afrodisias, Troya, Alacahöyük ve daha pekçokları... Elbette
uygarlıkların kesiştiği ülkemizde mevcut tüm tarihsel miras, bizim
olduğu kadar insanlığın da malı. Korumak, sahip çıkmak hepimizin ulusal
görevi!.. Halen binlerce yerli-yabancı arkeolog bu eski uygarlıkların
kalıntıları üzerinde çalışmakta. Hatta Türkiye, kıt kaynaklarını bu
kalıntıların ortaya çıkarılması, korunması ve sergilenmesi için tahsis
ederken bile "yetersiz"likle suçlanmakta; uluslararası platformlarda
köşeye sıkıştırılmakta. Örnek mi?!. İşte Zeugma ve de Hasankeyf!..

Bir bölümü Birecek Barajı gölü altında kalacak olan Belkıs (Zeugma)
Antik Kenti'nde Türk, İngiliz, İtalyan, Fransız, İspanyol, Yeni
Zellandalı, Avustralyalı, Almanyalı ve Amerikalı 102 arkeolog
çalışmakta. İşçilerin sayısı ise 210. Kentin su altında kalması
sözkonusu olmayan bölümündeki çalışmaları ise 8 Türk ile İngiliz,
Fransız ve Avustralyalılardan oluşan toplam 30 yabancı arkeolog ve de 90
işçi sürdürmekte. Kazı çalışmaları ile ilgili olarak Kültür
Bakanlığı'nın tüm olanaklarının yanısıra, dış yardımlar da
kullanılmakta. Örneğin, bu iş için 5 milyar dolar yardım yapan ve bir o
kadarını daha verebileceğini taahhüt eden Hewlett Packard'ın patronu,
şimdiden "Zeugmanın Babası" ilân edildi bile (2). Esas fedakârlığı
yapan, kıt ekonomik kaynaklarını binlerce tarihi eser bakımsızlıktan
harap haldeyken Zeugma ve Hasankeyf'e tahsis eden Türkiye, acaba dış
ülkelerde takdir ediliyor mu?!.

Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Projesi'ne (GAP) öteden beri karşı olan AB
ülkeleri, GAP çerçevesinde yapılacak barajların altında Zeugma ve
Hasankeyf gibi 1135 antik kentin kalacağını iddia ederek, Türkiye'yi
kültürel vandalizm ile suçlamaktalar. Ancak son yıllarda -özellikle de
Türkiye'nin AB aday üyeliğinin sözkonusu olmasıyla- bu söylemde daha
ileri giden AB üyeleri, Türkiye'nin bu barajlarla, açıkça "Kürdistan"ın
ya da en hafifinden "Mezopotamya"nın tarihini yok etmeye çalıştığını
iddia etmeye başladılar. Hatta o kadar ki, 50 Kürt (!) köyünün yanısıra,
efsanevi (!) Kürt lideri Abdullah Öcalan'ın doğup yetiştiği köyün bile
sular altında bırakılarak bir ulusun tarihinin yokedilmeye
çalışıldığını; bunu da Türk Hükûmetlerine Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
empoze ettirdiğini öne sürdüler. Avrupa Basınında, "insan hakları" ile
özdeşleştirilen ayrılıkçı kürt terörizmine himaye kapsamında, sözkonusu
antik kentlerin malzeme olarak kullanılmasından vazgeçme gibi bir emare
görünmemektedir. Örneğin, Kültür Bakanlığı'nın ve Türk arkeologların iyi
niyetli çabaları hiçbir şekilde haber konusu olmazken, "uygar Avrupalı
arkeologların" çalışmaları ve de buna koşut olarak bölgedeki HADEP'li
belediye ve baro başkanlarının Türkiye karşıtı konuşmaları, Zeugma ve
Hasankeyf haberleri içinde ağırlıklı olarak yeralmaktadır (3). Kısaca,
Türkiye'nin bu iki antik kentin kurtarılması doğrultusunda attığı her
adım ise, aleyhimize bir propaganda kurşunu olarak geri dönmektedir.

İNGİLTERE VE ALMANYA'NIN BÖLGEYE ÖZEL AJİTASYON POLİTİKALARI

Bilindiği gibi, Dicle üzerindeki en kapsamlı hidoelektrik barajı olarak
yapımı öngörülen Ilısu Barajı, İsviçre'den Sulzer Hydro, İngiltere'den
Balfour Beatty, Türkiye'den Nurol firmalarının başını çektiği
uluslararası bir konsorsiyuma "yap-işlet-devret" yöntemi ile Refah
Partisi iktidarı tarafından verilmiştir. 2008 Yılında bitirilmesi
öngörülen 1200 megavat gücündeki barajın yaklaşık 1.5 milyar dolara
maledilmesi sözkonusudur. İnşaatin finansmanını ise ağırlıklı olarak
İngiltere ve İsviçre'nin yanısıra, Almanya, ABD, İtalya, İsveç gibi
ülkelerin finans kurumlarınca karşılanacaktır. Türkiye'nin enerji
politikası içinde son derecede önemli yere sahip olan bu barajın
yapımını engellemeyi stratejik çıkarları açısından doğru bulan
İngiltere, ilk iş olarak konsorsiyumun ikinci büyük firması olan Balfour
Beatty'e ihracat kredi güvencesi vermeyerek konsorsiyumdan çekilmesini
sağlamıştır. Bununla da yetinmeyen İngiltere, "Kürt uygarlığının
yokedilmesine karşı duyarlılık" maskesi altında, sözkonusu baraj
yapımının Türkiye üzerinde demoklesin kılıcı gibi kullanılması
doğrultusunda her fırsatı değerlendirmekten de geri durmamıştır.
Örneğin, MI5 ile bağlantısı deşifre olmuş milletvekillerinden eski
içişleri bakanı Peter Loyd ile İşçi Partisi milletvekili ve İngiliz
İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ann Clwyd, Temmuzun 2000'in ortalarında
Türkiye'ye ani bir ziyarette bulunmuşlardır. İki kişilik heyetin
gezisinin ilk durağı ise -artık adet olduğu veçhile- Diyarbakır'dır.
Gerek bu şehirde ve gerekse Batman'da, Hasankeyf'de izinsiz olarak İnsan
Hakları Derneği başta olmak üzere bölücülüklerini gizlemeye gerek
duymayan kuruluşların yöneticileri ile görüşen heyet başkanı Ann Clwyd,
amaçlarının baraja kredi verip vermeme konusunda İngiliz Hükûmeti'ni
bilgilendirmek olduğunu, Suriye ve Irak gibi barajın yapımından
etkilenecek ülkelerin durumlarını da inceleyeceklerini açıklamıştır.
Oysa, bu tarihte İngiliz şirketinin konsorsiyumdan çekildiği, kredinin
verilmeyeceği çoktan belli olmuştur. İşin en acı ve en üzücü tarafı da,
heyete refakat eden kişinin yani Şule Bucak'ın, ****** tarafından
kurulan Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Sekreter Yardımcısı olmasıdır.
Bölge halkını açıkça provoke eden bu izinsiz ziyaretçilerin
pasaportları, prosedüre uygun olarak Batman'da kaldıkları otelden
alınarak Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldüğünde, İngiliz kışkırtıcıların
haklarını savunmak da maalesef bu refakatçıya kalmıştır. Acaba diye
düşünürsünüz, Kuzey İrlanda'ya bir Türk parlamenter heyeti gitse de -
tabii nerede o misilleme cesareti ve nerede o vatanseverlik?- IRA'nın
üst düzey yöneticileri, legal kuruluşları ve düz militanları, hatta MI5
kurbanlarının aileleri ile görüşmeler yapması mümkün olabilir miydi?!.
Elbette ki, uçakta üzerlerine aeresol sıkılmasına tepki
gösteremeyenlerin, örneğin Dublin'de başlarına ne geleceklerini tahmin
bile edilemez. Diğer taraftan en az onun kadar acısı da, Batman Valisi
İsa Parlak'ın, büyük bir sorumsuzlukla, olmayan suçu polislere
"işgüzarlık" ithamıyla atarak İngilizlerden özür dilemesidir.. Bu olay,
İngiltere'nin bölgeye yönelik yüzlerce, binlerce provokasyon
girişiminden sadece biri, Zeugma'ya ilişkin olanıdır.

Almanya'ya gelince, bu ülkenin Anadoluya yönelik ağırlıklı istihbarat ve
jeofizik araştırmaları yapan iki-üç meslekli (!) arkeologlarının
sicilleri, tıpkı İngiliz, Fransız, ABD'li meslekdaşları gibi olumsuz.
Aralarında tek-tük bilim adamları var, o da görüntüyü kurtarmak için
(4). Alman arkeologların diğer Batılı arkeolog görünümlü istihbarat
servisi ajanlarından en önemli farkı, etnik kışkırtıcılığın yapılmasının
ve de GAP'ın sekteye uğratılmasının yanısıra, bu topraklarda
dedelerinin izlerini aramakta olmalarıdır. Alman kafatasçı-ırkçı sözde
bilim adamlarının teorilerine göre, Truva'dan başlıyarak Güneydoğu
Anadolu'ya kadar inen hatta, mezar kazılarında elde edilen
kafataslarından, Alman ırkının vaktiyle buralarda yaşadığı iddia
edilmektedir (5).

Dünyada belki de en çok casus ve etki ajanının tabiri caizse -at
koşturduğu- ülke olan Türkiye'ye gelince, Türk devleti tek kelime ile
uyumaktadır. Gündemi istedikleri gibi değiştirme gücüne sahip etki ajanı
gazetecilerin, politikacıların, akademisyenlerin ve işadamlarının
güdümündeki Türkiye'nin ulusal çıkarlara dayalı politikalar üretmesi ve
uygulaması olanaksız hale getirilmiştir. Örneğin, arkeoloji alanında
acilen alınması gerekli önlemleri içeren bir devlet politikası
bulunmamaktadır. Oysa, hükûmetler değişse de değişmesi sözkonusu
olmayacak bir arkeoloji politikasının hayata geçirilmesinin zamanı
çoktan gelmiştir, hatta geçmektedir (6). Yarın, Birecik Barajının
yanısıra diyelim ki Ilısu Barajı da tüm engellemelere karşın bitirildi.
Bu taktirde bu yerli-yabancı ajan arkeologlar, ekip halinde örneğin
Fırtına Vadisi'ne gideceklerdir. Burada pontus sömürüsü ve
kışkırtıcılığı yapılırken, arkası kesilmeyecek ve akabinde Yortanlı,
Kargamış, Çine, Munzur, Çoruh ve diğer baraj projelerinde boy göstermeye
devam edeceklerdir. Kısaca, tarihsel miras adına, İkinci Dünya
Savaşı'nda Hiroşima, Nagazaki, Varşova, Volvograd gibi yüzlerce
şehirdeki tüm tarihsel eserleri, hem de üzerinde yaşayanlarla birlikte
yokeden bu ülkeler, bir taraftan Türkiye'ye arkeoloji ve uygarlık dersi
verirken; diğer taraftan da ülkemizin enerji gereksinimi için hayati
önem taşıyan bu projeleri engellemenin de ötesinde, baraj havzalarında
etnik ve dinsel bölücülüğü kışkırtmaktan, Türkiye'yi bu bahanelerle
köşeye sıkıştırmaktan geri durmayacaklardır. Buna karşılık, özellikle
Türk basınındaki etki ajanları, bu provokasyonlara alkış ve de çanak
tutarken, sözkonusu ülkelerin -ki hepsi de topyekûn imha silahlarının
üreticisi konumundadırlar- şirketlerinin Türkiye'de nükleer enerji
santrallerinin yapılmasına ilişkin baskı girişimlerine sessiz kalmaya
devam edeceklerdir. Keza, hiç kimse ve hiçbir akademik kuruluş, 20.
Yüzyılda cereyan eden tüm savaşlarda, silah üreticisi ülkelerin ürünleri
ile dünyada yokedilen -canlılardan vazgeçtik- tüm tarihsel mirasın
envanterini çıkarma gibi bir duyarlılık ve de sorumluluk
gösterememektedir. Bu duyarlılık (!) ve sorumluluk (!) sadece Türkiye
için mi sözkonusu edilmektedir?!. Tipik bir örnek olmak üzere, topyekûn
imha silahlarının yanında en masumu sayılan ve Alman Krauss-Maffei
Wegman firmasınca üretilen Leopard 2A5 tanklarının menzil mesafesinde
canlı cansız tüm varlıkları yokettiği gerçeği, Türkiye'deki etki
ajanlarını hiç mi hiç ilgilendirmemektedir. İnsanlık ve uygarlik
havarisi bu ülkelerin ürettikleri silahlar, acaba tarihsel mirasın
çevresine çiçek dikmeye mi yaramaktadır?!.

DÖNÜŞ YOLUNDA...

Evet, dönüş yolunda, Zeugma'ya ve diger antik merkezlere harcadığımız
para, zaman ve de gösterdiğimiz ilgi ile aldığımız sonuçların ister
istemez muhasebesini yaparsınız. Toz bulutu içinde bir yandan önünüzü
görmeye çalışırken, Albay Reşat Beyin bu ülkenin kurtuluşu uğrunda
canıyla gösterdiği duyarlılığı takdirle hatırlarsınız; Çiğiltepe'de
çadırında telsizin yanıbaşındaki masada şakağından kanlar sızan hayali
gelir gözlerinizin önüne. Sonra, O'na ve O'nunla birlikte bizler için,
gelecek nesiller için can veren gencecik şehitlerimizi düşünürsünüz
geride toz bulutu içinde göremediğiniz şehitlikte kalan. Lanet
edersiniz, bırakın hatırlamayı, Onlara bir yolu bile çok gören gelmiş
geçmiş ilgili yöneticilere!..

Otomobilinizin amortisörü kırıldığında ya da lastiğiniz patladığında
anlarsınız ki, Büyük ******'ten sonra Türk Ulusu kendini yönetme
iradesini kaybetmiş; tıpkı Osmanlı İmparatorluğu'nda olduğu gibi
kaybettirilmiş!.. Türkiye'yi Türk olmayan ya da Türklük bilincinden
yoksun, etnik ve dinsel özürlü, son dönem Osmanlı mantığına sahip
politikacılar yönetmekte!.. Irkçılığın insanlık suçu olması gereken yeni
bir binyılda, en az kendilerini yöneten Batılı devletlerin ırkçıları
ölçüsünde Türkiye'ye ve Türk Ulusuna düşman, Türk vatandaşı etnik
ırkçıların varlığını hissedersiniz, bunca ihmal edilmişliğin arkasında.
Türkiye'yi yönetmeye talip FP'de, MHP'de, DSP'de, CHP'de, DYP'de,
ANAP'da ve hiç ayırımsız diğerlerinde ve de en önemli makamlarda,
basının köşebaşlarında Vahdettinlerin, Ali Kemallerin, Damat Feritlerin,
Dürrizade Abdullahların, Kambur İzzetlerin, Mustafa Paşaların, Suphi
Paşaların yaşamakta olan ruhlarını hissedersiniz. Anlarsınız ki etnik
bellek kaybolmamıştır. Onlar, bu ülkede sadece Türkler yok diye,
neredeyse Türküm demeyi yasaklayarak "Türkiye halkları", "Türkiye
müslümanları" gibi yapay etnik kimlik yapıştırmaya kalkışırlar bizlere.
Ve hiç kimse de çıkıp söylemez ki, Türk Ulusuna karşı bu yapılanlar,
manevi bir soykırımdır, etnik ırkçılık suçudur diye.

Yarım saatlik bu zorlu yolculukta, hızla düşünecek çok zamanınız vardır.
Sorarsınız kendi kendinize, ******'ün, Reşat Bey gibi şehitlerimizin
manevi mirasçıları, gerçek Türkler nerede? Osmanlı'dan hiç ders ve ibret
almadan, neden bunca hakarete, aşağılanmaya, sömürülmeye ve zillete
karşı ses çıkarmamaktadırlar? Oysa biliriz ki, Türkler ağırlıklı olarak
Asker Ocağı'nda, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yaşamakta. Türkleri,
vergisini kuruşuna kadar ödeyen mükellefler arasında, PKK kurşunlarına
aldırış etmeksizin Güneydoğu'da ve de yurdun ücra köşelerinde mahrumiyet
içinde ders veren öğretmenler arasında; kolunu, bacağını, gözünü
kaybetmiş gaziler arasında; Türk Bayrağına sarılı tabutlar içinde baba
ocağına dönenler arasında; fabrikalarda, tarlalarda, devlet dairelerinde
sefalete mahkûm bir gelir düzeyinde yaşamak zorunda bırakılan emekçiler
arasında; Türkiye'yi yurt içinde ve yurtdışında yücelten bilim
adamları, sporcular arasında; Türkiye Devleti'nin ülkesi ve milletiyle
bölünmezliğine inanan Cumhuriyet aydınları arasında; kısaca yönetenler,
sömürenler değil de, yönetilenler, sömürülenler arasında
görebilirsiniz...

Yolun sonunda, geride kalan, belki de kimbilir ne zaman bir kere daha
ziyaret edeceğiniz bu Şehitliği hatırlamaya çalışırken, ister istemez
birileri gözlerinizin önünden adeta resmi geçit yapar: Şevki Yılmaz,
Cüneyt Ülsever, Hasan Mezarcı, Gülay Göktürk, Necmeddin Erbakan,
Süleyman Demirel ve de aile fotoğrafındakiler, Fethullah Gülen ve hâmisi
Bülent Ecevit, Abdullah Öcalan, Etyen Mahçupyan, Taner Akçam, Halil
Berktay, Mehmet Ali Birand, Altan kardeşler, Mesut Yılmaz, Halil Bezmen,
Nazlı Ilıcak, Haşim Kılıç, Mehmet Eymür ve Yeşil, Abdullah Çatlı, Doğu
Ergil, Fehmi Koru, Yılmaz Karakoyunlu, Oya Akgönenç, Merve Kavakçı,
Abdurrahman Dilipak, Taha Akyol, Mehmet Ali Ağca, İhsan Doğramacı, Akın
Birdal, Mehmet Barlas, Erkan Mumcu, Ali Kalkancı, Sami Selçuk, Müslüm
Gündüz, Hüsamettin Özkan, Saidi Nursi, Tansu Çiller, Hüseyin Velioğlu ve
daha onbinlerce Türk vatandaşı... Kendinizi tutarsınız, çünkü o
toprakların her karışı şehitlerimizin kanları ile sulanmıştır...
Asfalta, Ankara'ya doğru çıktığınızda anlarsınız ki, yol daha yeni
başlamaktadır... Her türlü etnik ırkçılığa, sahte demokratlığa, sömürüye
ve gericiliğe karşı Türk olmanın, Cumhuriyet aydını olmanın inanç ve
gururu ile... Türk Ulusu'nun layık olanlarca yönetilmesi, yönetimi ele
alması kararlılığı ile...

DİPNOTLAR:
1.Aziz naaşı Sandıklı'da defnedilmiş olan Albay Reşat Bey, askeri
yaşamında üstün cesaret ve sevk yeteneğiyle çok sayıda madalya (mecidi
nişanları, gümüş muharebe, liyakat, tahlisiye, Alman ve
Avusturya-Macaristan savaş madalyaları) sahibi olmuştur. Şehadetinin
sonrasında T.B.M.M. kendisi adına ailesine İstiklal Madalyası takdim
etmiştir. Ailesi, soyadı kanununu müteakip "Çiğiltepe" soyadını
almıştır. Bu mütevazi ama sınırsız onurlu kahramanın, kendisi gibi
mütevazi ve onurlu ailesinin nerede olduğu bilinmemektedir. Oysa ki,
Türk Ulusu, bu şehidin geride bıraktıklarına şükran ve saygı duygularını
bir şekilde ifade etmek zorundadır.

2.Çiğiltepe'de 15 dakika gecikme ile kazanılan zaferi ve Türk askerinin
inancını, o tarihi anı yaşayarak yaşatan Cenab Ozankan şöyle ifade
etmektedir:
ÇİĞİL TEPE

İnatla dayandı düşman

Yerden bitercesine çoğala, çoğala,

Mermiyle vur,

Dipçikle vur,

Tükenmez gâvur oğlu gâvur.

N'edersin alamadık Çiğiltepe'yi,

Şehit verdik

Yiğit Reşat Beyi,

Tövbe ettik yaşamaya...

Daha gidecek can varmış helâlinden,

Kader bu ya...

Gün ışığında karardı benzimiz

Vıcık vıcık gömleğimiz

Kan akar her damardan.

Sonunda

Söktük hepsini topraktan

Yalın ellerimizle,

Göz yaşimizda parladi Çigiltepe,

Bir nur...

İnanmıştık: Şehitler ile

Mustafa Kemal Paşa

Bizi korur...


3.Avrupa Basınında yer alan ve Güneydoğu bölgesinden açıkça "Kürdistan"
olarak bahsedilen haberlerin temel kaynağı, maalesef sadece HADEP'li
yerel politikacılar ya da yerel yöneticiler değil. Tıpkı İstanbul Barosu
Başkanı ve yönetimi örneği gibi, farklı partilere mensup yerel
yöneticiler de bu tür açıklamalarla yakından ilgili. İşte, hem de Türk
Basınında yayınlanmış bir haber ve Türk Devletinin vurdumduymazlığı,
ilgili kişiyi hala görevde tutan sorumluların sorumsuzluğu: "ILISU
BARAJINI İSTEMEYEN BELEDİYE BAŞKANINA SANSÜR: İngiltere İşçi Partisi
Milletvekili Ann Clwyd ile İçişleri eski Bakanı Peter Loyd'un Hasankeyf
Belediyesi'ni ziyaretinde ilginç bir olay yaşandı. İngiliz
milletvekilleri, yapılacak olan Ilısu Barajı hakkında görüşmek için
DYP'li Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahap Kusen'i makamında ziyaret
etti. Barajın yapılmasına Hasankeyf antik kentini sular altına
bırakacağı gerekçesiyle karşı çıkan Kusen, düşüncelerini İngiliz
milletvekillerine anlatamadı. Çünkü görüşmeye davetli olmadıkları halde
ilçe kaymakamı Ahmet Erdoğdu ile ilçe jandarma komutanı da girdi.
Belediye Başkanı Kusen bu görüşmede İngiliz milletvekillerinin soruları
karşısında sadece yüzeysel bilgiler verdi. İngiliz milletvekilleri
görüşme sonunda, belediye başkanının konuya hâkim olmadığını ve
kendilerine yeterli bilgi veremediğini söylediler. Ancak, heyet
Hasankeyf'den ayrılıp, Batman'a döndüğünde, Belediye Başkanı Kusen
heyeti telefonla arayarak, kendisinin "Kaymakam ve jandarma komutanının
yanında düşüncelerini açıklayamadığını" belirterek, barajın yapımına
belediye başkanı olarak karşı olduğunu, yöre halkının da bu işi
istemediğini belirtti (Hürriyet, 16.7.2000)".

4.Alman jeolog, jeomorfolog ve jeofizikçilerinin ve de
istihbaratçılarının arkeolog kimliğinde Osmanlı İmparatorluğu'na ilk
geliş tarihi 1889'dur. Bu tarihte İstanbul'a gelen ve daha sonra 1898'de
ikinci kez İstanbul'un yanısıra Hayfa, Kudüs, Şam ve Beyrut'u da
ziyaret eden Alman İmparatoru II. Wilhelm'in maiyetinde gelen sahte
arkeologların faaliyetleri, II. Abdülhamit'in İstihbarat Servisi
tarafından da saptanmış; ancak ikili ilişkilerin zedelenmemesi açısından
herhangi bir yaptırım uygulanmamıştır. Daha sonra, ajan arkeologlar,
Alman Doğu (Orient) Enstitülerinin yanısıra son dönemde de İstanbul'daki
Alman Arkeoloji Enstitüsü kadrolarında faaliyet göstermeye
başlamışlardır. Almanlardan daha çok etkin olan İngiliz ajan
arkeologlarının şüphesiz en ünlüsü, T. Edward Lawrence'dir. Lawrence'in
Araplarla dikkat çekmeden ilişki kurmasında, arapçasını ilerletmesinde
ve bölgeyi tanımasında arkeolog kimliğinin rolü büyük olmuştur. Bugüne
kadar Türk topraklarında faaliyet gösteren binlerce ajan arkeolog
arasında, özellikle Michael Buch, D. Hogarth, Delbrueck Herzfeld,
Gertrude Bell, Manfred Korfmann ve F. Hans Günther başı çekmektedir.
Maalesef, bu ajan arkeologların bir teki hakkında bile ne Osmanlı
döneminde ve ne de Türkiye Cumhuriyeti döneminde tutuklama, soruşturma
ya da sınırdışı işlemi yapılmamıştır. Bu dokunulmazlık, ancak, her iki
dönemde de devlete egemen etki ajanlarının gücü ile açıklanabilir.

5.Türkiye'nin değişmez bir arkeoloji politikası oluşturulurken,
öncelikle ve acilen alınması gerekli önlemler de hayata geçirilmelidir.
İşte birkaç öneri: A) Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma ve MİT
bünyesinde birbirleriyle koordineli çalışan "Arkeoloji Şubesi" ihdas
edilmelidir. Bu şubeye, mutlaka arkeoloji, antropoloji ve sosyal
antropoloji dallarından mezun, yabancı dil bilen uzmanlar istihdam
edilmelidir. Arkeoloji Polisi'nin yeralmadığı hiçbir kazıya izin
verilmemelidir. Arkeoloji Polisi istemeyen yabancı kazı gruplarına
önceden verilmiş izinleri behemahal iptal edilmelidir. Silah taşıma ve
kullanma yetkisi olan Arkeoloji Polislerinin sayısı, kazı alanının yer
ve büyüklüğünün yanısıra, bölgedeki terör riski ve yerli işbirlikçilerin
yaratabileceği tehdit potansiyeli de dikkate alınarak belirlenmelidir.
Ajan arkeologların saptanmasından, buluntuların kazı alanı dışına
izinsiz çıkarılmasının önlenmesi, hatta kazı makinaları, inşaat
kepçeleri kullanarak buluntulara zarar veren yerli-yabancı arkeologların
en Dünyanın en sapık faşist söylemcileri arasında yer alan Alman
ırkbilimcileri, üstün ve saf Alman ırkının, tarihi Aryenlere dayandığını
iddia etmektedirler. Onlara göre, dolikisefal kafatasına sahip
Aryenlerin, yani Almanların büyük büyük atalarının (!) varlığı,
Anadolu'nun bir Alman vatanı olduğunu ispatlamaktadır. Bu sapık söyleme
-ki teori bile denemez- göre, Hititler de Aryenlerden gelmektedir.
"Aryen Nesi"ler Ankara'nın, "Aryen Pala"lar Çorum-Afyon arasının, "Aryen
Selukid"ler de Zeugma'nın asıl sahipleridir. İşin ilginç tarafı,
Kürtler ve Urartuların devamı (!) Ermenilerin de Aryenlere dayandığını
iddia eden Prof.Dr. Jörg Wagner, F. Hans Günther gibi Alman arkeologlar
(!), kendilerinin daha farklı olarak Aryenlerin en saf ve asil boyundan
geldiklerine inanmaktadırlar. Böylece, Türkiye'deki "47 ayrı etnik
halk"ın mevcudiyetini ispatlama gayreti içine giren Almanya, PKK'ya
verdiği desteğin meşruluğunu ırk akrabalığı ile sağlama almaktadır. Ne
var ki, küçük mü küçük bir ayrıntı, dikkatlerden kaçmaktadır: Teoriye
göre, Aryen ırkı, uzun kafalı, uzun boylu, mavi gözlü ve sarışın bir
tipolojiye sahiptir. Simsiyah saçlı, kara gözlü Ermenilerle, benzer
tipolojiye sahip Kürtler arasındaki birliktelik, ideal Aryen
tipolojisine hiç mi hiç uymamaktadır. Bu tuhaf Alman söylemcilerine
göre, Osmanlı Devleti'nin kurucularından Orhan Gazi de Aryen ırkına
sahiptir (mavi gözlü, sarışın, uzun kafalı ve uzun boylu) ama ne
hikmetse dedesi, babası, kardeşleri ve de çocukları brakisefal
kafatasına sahip Türklerdir. Bu söylemciler arasında yer alan Manfred
Korfmann, bizzat geliştirdiği tezi (!) ile Yunan faşisti arkeologları
bile çileden çıkaracak varsayımlarda bulunmaktadır. Ona göre, Truva
uygarlığının Helen uygarlığı ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Çünkü Troya
uygarlığı, özgün bir Aryen uygarlığıdır ve buna göre Anadolu,
Avrupa'nın ayrılık kabul etmez bir etnik uzantısıdır (tabii ki işgalci
(!) Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir parçasıdır). Bu iddialar
sonucu, Alman nazilerinin gözünde, Türkiye "arka bahçe" olmaktan çıkmış,
büyük Alman evinin bir "zimmer"i olmuştur...

6.Engellenmesi, Polis Arkeologların asli görevleri arasında
yeralmalıdır. Kazı izinlerinin verilmesinde, yurda girişi yasaklanacak
arkeologların saptanmasında, istihbarat kuruluşlarının Arkeoloji
Şubeleri'nin onayı mutlaka aranmalıdır. B) İstanbul'daki Fransız
İstihbarat Örgütü DGSE ile bağlantılı faaliyet sürdüren Fransız Anadolu
Araştırmaları Enstitüsü ile Alman Dış İbtihbarat Örgütü BND ile
bağlantılı faaliyet sürdüren merkezi Beyrut'taki "Morgenlaendische
Gesellschaft'a bağlı Orient Enstitüsünün İstanbul Şubesi öncelikle
kapatılmalıdır. Fransa'da ya da Almanya'da MEB'na bağlı ilkokullara bile
izin vermeyen bu iki devletin itirazları, "Mütekabiliyet (Karşılılık)
İlkesi" çerçevesinde bertaraf edilmelidir. Aynı şekilde, Alman
Vakıflarının tümünün Türkiye Temsilcilikleri başta Türk solunu ve
şeriatçı kesimini kontrol altında tutmakla yükümlü Konrad Adenauer Vakfı
olmak üzere acilen kapatılmalıdır. Keza, Türk Devletinin en gizli
olması gereken makamlarına ve hatta sosyal-dinsel-etnik istihbarat
sağlama çerçevesinde köylere kadar inen, Türk NGO'larını yönlendirmeye
çalışan Frederich Ebert Vakfı, yerel yönetimlerde işbirlikçi sağlamayı
amaçlayan Frederich Naumann Vakfı, etki ajanı konumundaki Türk
kuruluşlarını organize edip yönlendiren Heinrich Böll Vakfı, siyasal
kürtçülere lojistik destek sağlayan "Alman Bilim ve Politika Vakfı",
temsilciliği olmamasına rağmen Almanya sempatizanı etki ajanlarını
bulmak ve yetiştirmekle yükümlendirilmiş Robert Bosch Vakfı,
Türkiye'deki her türlü etkinliklerine kesinlikle izin verilmemesi
(yasaklanması) gerekli olan Alman kuruluşlarının içine dahil
edilmelidir. Mutlaka ve mutlaka sınırdışı edilmesi ve bir daha asla
Türkiye'ye giriş yapmalarına izin verilmemesi gereken Alman ajan
arkeologları, gazetecileri, sözde vakıf uzmanları ve temsilcileri ile
misyonerleri arasına şu isimler dahil edilmelidir: Fransız Anadolu
Araştırmaları Enstitüsü'nün Müdürü Prof.Dr. Paul Dumont ve Enstitü
kadrosundaki tüm uzmanlar, başta Dr. Wulf Schönbohm olmak üzere tüm
Alman vakıf temsilci ve uzmanları, askeri istihbarat uzmanı general Jörg
Schönbohm, Türkiye karşıtı tüm araştırmaların finansmanını sağlayan -ki
bu kapsamda CNN muhabiri Kemal Can, Samanyolu TV'den Etyen Mahçupyan,
Birikim Dergisi Tanıl Bora, Tansu Çiller'in eski danışmanı Şükrü Karaca,
gibi kişilere telif adı altında teşvik bedelleri ödendiği
bilinmektedir- ve Alman arkeologlarının Türkiye'deki tüm koordinasyonunu
gerçekleştiren Orient Enstitüsü İstanbul Şubesi Müdürü Dr. Günter
Seufert, yardımcısı Christopher Kubaseck, Alman Denizaşırı Enstitüsü
içinde faaliyet gösteren Alman Doğu Enstitüsü'nün Başkanı Udo Steinbach,
Alevi ve Kürt uzmanı Heidi Wedel, gazeteci Horst Bacia, Rainer Hermann,
Prof.Dr. Jörg Wagner, Prof.Dr. Manfred Korfmann ve daha yüzlerce Türk
düşmanı- ırkçı Alman BND ajanı... Hiç şüphesiz bunların sınırdışı edilip
bir daha ülkeye sokulmaması, Türkiye'ye olumsuz müdahale sürecini
durdurmaz, sadece geciktirir. Bu itibarla, Alman istihbaratçıların ve
ajan arkeologların geçici olarak gözden kayboldukları Alanya'daki
yüzlerce BND "safe-house"unun saptanması ve bağlantılı Alman
görevlilerinin de deşifre edilmesi gerekir (halen önemli bir kısmı
Alanya'da olmak üzere Akdeniz ve Ege kıyılarında 100.000'e yakın Alman
vatandaşı sürekli ikamet etmektedir). C) İtalyan arkeologlarının
koordinasyonunu üstlenen "Centro di Conservazione Archaeological" grubu
ile ABD'li arkeologları temsil eden "Oxford Archaeological Unit" ve de
İngiliz arkeologları temsil eden doğrudan MI6, görüntü olarak da
"British Council" ile bağlantılı grupların Zeugma, Hasankeyf başta olmak
üzere, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki, Karadeniz ve hatta Orta
Anadolu'daki kazı izinleri tümüyle iptal edilmelidir. Kazı izinlerinin
sadece etnik ve mezhepsel açıdan risk taşımayan bölgelere kaydırılması
şarttır. Burada da, Türkçenin yanısıra, kürtçe, lazca, gürcüce gibi
yerel dilleri bildiği anlaşılan ve de halkla sıkı ilişkiler içine giren
yabancı arkeologların çalışma izinlerinin derhal iptali ile sınırdışı
edilmeleri cihetine gidilmelidir. D) BND'nin arkeologlarını yetiştirdiği
Tübingen Üniversitesi ile Türk Üniversitelerinin Arkeoloji Bölümleri
arasında mevcut her türlü ilişki kesinlikle sonlandırılmalıdır. E)
Zeugma, Hasankeyf, Fırtına Vadisi, Kargamış, Munzur gibi hedef bölgelere
giden ajan arkeologlar, gerek mülki yöneticileri ve gerekse kolluk
kuvvetleri tarafından derhal tecrit edilerek gereği yapılmalı; tarifeli
uçak listelerinin yanısıra, bölgeye sefer yapan ve yabancılar tarafından
kiralanan uçak ve helikopterlerin bildirimleri de günlük kontrolden
geçirilmelidir. Diyarbakır, Batman, Gaziantep, Trabzon gibi
şehirlerimizdeki otel kayıtları da sürekli kontrol altında tutulmalıdır.
Tüm bu önlemler, yasakçı bir devletin yaptırımları olarak değil; özgür
ve bağımsız kalmak isteyen, parçalanmak istemeyen bir ulus-devletin
kendini savunma mekanizması içinde ve kontr-espiyonaj faaliyetleri
kapsamında değerlendirilmelidir. Ölçüt, isteyen Türk arkeologlarının
Almanya'da, ABD'nde, İngiltere'de, Fransa'da, İtalya'da kazı yapmak
istemeleri durumunda önlerine çıkarılacak yasaklar, sınırlamalar ve
formalitelerdir. Türkiye, her önüne gelen servis ajanının dilediği
yerde, dilediği ekip ve ekipmanla kontrolsüz kazı yapacağı, arada
ajitasyon ve espiyonaj faaliyeti yürüteceği bir "yol geçen hanı"
konumunda olmamalıdır. Gerçek bilim adamı olan yabancı arkeologlar, hiç
şüphesiz bu kapsam dışındadırlar ve de saygıya lâyıktırlar.
Önerdiklerimiz, bu bağlamda demokratik ülkelerde yürürlükteki prosedüre
uygundur ve hatta eksiktir...

Kaynak : [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://online-bilgi.nstars.org
 
Kemal'İn askerlerİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Online-Bilgi Yardımı :: Kültür - Sanat - Tarih - Biyografi - Şiir :: ****** Köşesi-
Buraya geçin: