Online-Bilgi Yardımı
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Online-Bilgi Yardımı

Online-Bilgi | Uzun Soluklu Paylaşım
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Atanın Tokat Gibi Cevapları

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Teorim
Forum Admin
Teorim


Mesaj Sayısı : 540
Kayıt tarihi : 02/04/10
Nerden : Türkiye

Atanın Tokat Gibi Cevapları Empty
MesajKonu: Atanın Tokat Gibi Cevapları   Atanın Tokat Gibi Cevapları Icon_minitimePerş. Mayıs 20, 2010 6:59 pm

İngiliz lordu ******'ün daveti üzerine istanbul'a
gelir.ingiliz lordu şerefine verilen yemekte servis yapan türk elindeki
tepsiyi devirir.herkes büyük bi şaşkınlık içinde kalmıştır ve ******'ün
ne tepki vereceği beklenirken, ****** ingiliz lorduna dönerek:
"HALKIM HERŞEYİ BECERİYOR DA Bİ TEK UŞAKLIĞI BECEREMİYOR".

---------------------------------------------------------------------------------------
Günlerden birgün İtalyan büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve huzura
davet edilir. O günün muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında
konuşulduktan sonra büyükelçi: '' Ekselans dün Roma ile yaptığım bir
görüşmede hükümetimizin Hatay'ı almak istediği kararını size iletmem
söylendi.'' der. Odada bir an sessizlik olur. Ata büyükelçiye birşeyler
daha ikram eder ve iki dakika odadakiler ile başbaşa bırakır. Döndüğünde
ayağında çizmeleri, üzerinde mareşal üniforması ve belinde tabancası
vardır. Doğru masasına gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi
Çakmak'ın bağlanmasını ister ve Çakmak'a:'' Paşa İtalyan dostlarımız
Hatay'a gelmek istiyorlar hazır mıyız?'' der. Fevzi Çakmak durumu anlar
ve '' Biz hazırız Paşam. '' diye yanıtlar. Ata büyükelçiye döner ve: ''
Biz hazırmışız, hükümetinize söyleyin isterlerse Hatay'ı gelibilirler.''


---------------------------------------------------------------------------------------

MUSTAFA KEMAL'CE BİR YANIT


İstanbul'un işgal günleri; başta General Harrington olmak üzere bir
kısım işgal kumandanları Pera Palas Salonu’nun bir köşesinde otururlar.
Mustafa Kemal nedense dikkatlerini çeker. Kim olduğunu soruşturdular.
Mustafa Kemal denir. Onlar için Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı’nın
en ünlü şahsiyetlerinden biridir. Yabancı dillerde Çanakkale
Harpleri’nden bahseden ve daima Mustafa Kemal'in isminde düğümlenen
kitaplar, yazılar, o zaman bile bir kitaplığı doldururdu.

Kendisine haber göndererek masalarına davet ederler. Ama Mustafa
Kemal'in cevabı hem nazik, hem kesindir:

- Burada ev sahibi olan biziz. Kendileri misafirdirler. Onların bu
masaya gelmeleri gerekir.

(Olaylar Ve ******, Ankara, T. S. K. Mehmetçik Vakfı Yayını, Gn. Kur.
Basımevi, 1984, Sh. 68-69)

---------------------------------------------------------------------------------------

SEN KİMSİN ?


Dumlupınar savaşı kazanılmıştır. Düşman askerleri geri çekilmektedir.
Afyonkarahisar hatları çözülünce birkaç yunan esiri geceleyin Mustafa
Kemal’in çadırına getirilmişti. Bunlardan biri zafer kazanmış kumandanın
doğup büyümüş olduğu Selanik’ten gelmişti. Yüzü kendisine yabancı
gelmemişti. Üniformasında hiç bir işaret yoktu. Mustafa Kemal’e sordu:

- Binbaşı mısınız?

- Hayır.

- Kaymakam mı?

- Hayır.

- Miralay mı?

- Hayır.

- Ferik mi?

- Hayır.

- Peki nesiniz o halde?

- Ben mareşal ve Türk Orduları Başkumandanı'yım. Şaşkınlıktan ağzı açık
kalan Yunan, kekeler:

- Ben başkumandanın savaş hattına bu kadar yakın bir yerde dolaşmasını
işitmiş değilim de...

(Olaylar Ve ******, Sh. 67-68)


---------------------------------------------------------------------------------------

DOĞRUNUN AŞIĞIYDI



Dil kurultayı toplanmak üzereydi. Kurultayı hazırlayanların ricası
üzerine, Hüseyin Cahit de dil davasına dair fikirlerini, mütalaalarını
yazmış göndermişti. Fakat bu fikirler aşırı kurultaycıların
düşüncelerine uymuyordu. Hüseyin Cahit, öteden beri olduğu gibi
Türkçe’yi sadeleştirmek ve konuşma diline yaklaştırmak gibi,
özelleştirme zorlamalarına, hele konuşma dili kelimelerine dokunulmasına
taraftar değildi.

Hüseyin Cahit'in bu yazısını ******'e de okuyan kurultaycılar zaten bir
takım siyasi sebeplerle aralarının açık olduğunu fırsat bilerek.

- “İşte dil davasını baltalıyor. Dil meselesine askerlerin karışmaya
hakkı yoktur!..." diyor, şeklinde kışkırtıcı telkinlerde bulunmuşlardı.

Bunun üzerine ******, kurultaycılarla, Hüseyin Cahit'in
karşılaştırılmalarını ve büyük toplantıda, iki tarafında, davalarını
savunmalarını istemişti.

Ve o gün, kurultaycıların, Hüseyin Cahit karşısında bocaladıklarını
gören ******, bizzat kendisinin de benimsediği davanın sarsılır gibi
olduğunu görünce, Dolmabahçe sarayının bir odasında hasta yatmakta olan
en kuvvetli taraftarlarından, meşhur dilci Samih Rıfat'ı çağırtarak:
"bütün kuvvetini toplayıp, cevap vermesini" rica etmiştir.

Samih Rıfat da, kendine has kuvvetli belagatı ve olanca kuvvetiyle
davayı müdafaa etmiş, kurultaycılarda, mütemadiyen alkışlayarak, işin
sonunu getirdiklerini kanaat ederek toplantı sonunda da ******'e:

- “Paşam, Hüseyin Cahit işte bu gün bitti. Artık öldü. Davayı
kaybetti!... " diye sevinçlerini izhar etmişlerse de, ******'ün hiç bir
sesi çıkmamıştı.

Ancak, biraz sonra, kendi aralarında toplandıkları zaman, ******,
duvardaki karatahtayı göstererek kurultaycılara hitapla şöyle demişti:

- Hüseyin Cahit Bey ne yaptı, biliyor musunuz? Nasıl sınıfta hoca
karatahta üzerine bir şeyler yazar, sonra onları silgiyle siler... İşte,
hepimizi böyle silgiden geçirdi!...

****** yenilmeyi hiç sevmeyen bir insandı. Fakat, doğru karşısında,
eğrinin yenilmeye mahkum olduğunu kabul ederdi. Hatta yenen hasmı olsa
bile...

(Nükte Ve Fıkralarla ******, Sh. 75-76


---------------------------------------------------------------------------------------
NAZIR BİRAZ BEKLESİN


****** Anafartalar ve Arıburnu zaferlerinden sonra İstanbul'a gelmişti.
Ata, Hariciye Nazırını (Dışişleri Bakanı) ziyaret ederek son durum
hakkında konuşmak, mütelalarını bildirmek istiyordu. Nezaret binasına
gelerek nazır beye haber gönderdi.

- Beklesinler... Buyrulmuş

****** bir hayli beklemiş. Bir aralık kendisinden sonra gelenlerin de
kabul edildiklerini farkedince müsteşar muavinine:

- Beyefendi hazretleri galiba beni unuttular, demiş. Müsteşar muavini
tekrar içeri girerek Mustafa Kemal'i hatırlatmış ve yine:

- Beklesinler, cevabını almış.

****** ikinci "beklesinler" üzerine dayanamamış ve muavine:

- Sizin nazırınız bütün zamanlarını hep böyle manasız ziyaretler kabul
ederek mi geçirir?

Muavin tabii buna bir cevap verememiş, biraz sonra başka bir mevzu
açılmış ve konuşmaya başlamışlar. Mevzunun en hareketli anında salon
kapısı açılarak bir hademe:

- Mustafa Kemal Bey buyursunlar deyince, ******:

Nedir o? diye sormuş. Nazır beyefendinin kabul edeceğini söylemiş.
Mustafa Kemal hademeye:

- Beklesinler... Diyerek dönmüş. Muavin ile olan muhaveresine devam
etmiş.

(İlginç Olaylar Ve Anekdotlarla ******, Sh. 122



---------------------------------------------------------------------------------------


İŞTE TÜRK ASKERİ BUDUR!



Bir gün, ******'ten Türk askeri hakkında ne düşün düğünü sormuşlar:

- Durun size bir hikaye anlatayım, dedi. Orduları kumandanı idim. Liman
van Sanders Paşa da o sırada kıtalarımızı teftişe gelmişti. Hastaneden
yeni çıkmış bazı askeri de her nasılsa bölüklerin arasına karıştırmışlar
van Sanders:

- Canım böyle adamları ne diye buraya gönderiyorlar? diye söylenerek
hasta ve cılız neferi göğsünden itti. Mehmetçik derhal yere yuvarlandı.

Alman generali davasını ispat etmiş olmanın gururu içinde:

- İşte gördünüz ya, dedi düşmek için bahane arıyormuş! Oracıkta van
Sanders'e bir azizlik yapmak aklıma geldi neferin yanına sokularak;

- Ne kof şeymişsin sen... Dedim. Dikkat etsene seni yere yuvarlayan adam
bizden değildi. Ne diye karşı durmadın? Şimdi tekrar yanına gelirse,
sıkı dur. Gücün yetiyorsa bir kakma da sen ona vur.

Sonra van Sanders'e dönerek:

- Sizin takatsiz sandığınız nefer boş bulunduğu için yere yıkılmış. Türk
askeri amir karşısında, dünyanın en uysal insanı olur. Kendisine
söyleyin:"hele gelsin bak bir daha beni yere yıkabilir mi?" diyor.

Van Sanders askerlerle şakalaşmasını severdi. Gülerek aynı askerin
yanına geldi. Fakat eliyle dokunur dokunmaz o mecalsiz Mehmet’ten öyle
bir kakma yedi ki, derhal sırt üstü yuvarlandı. Van Sanders,
Mehmetçik'in bu mukabelerine hiddet etmemiş bilakis Türk neferine karşı
olan hayranlığı artmıştı. O kadar ki yerden kalkınca ilk işi gidip hasta
Türk neferinin elini sıkmak oldu.

******:

- İşte Türk askeri budur!diyerek sözlerini bitirmişti.

(Olaylar Ve ******, Sh. 70-71)



---------------------------------------------------------------------------------------

NEYE LAYIKSIN!...


******'ün Adana'da Hatay için:

- Kırkasırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!

Demesinden iki gün sonraydı. Mersin'de istasyondan şehrin içine doğru
yavaş gidiyordu. Yolun üstüne siyahlar giyinmiş ve ellerinde büyük bir
levha tutan bir kaç genç kız çıktı. Levhada şu yazı vardı: "Suriye
hemşehrinizi de kurtarın!"

Suriye, ancak din kardeşi olan bir milletin vatanıydı. Türkiye’yse artık
dinci değil, milliyetçi bir devletti. Suriye içinde, bütün esir yurtlar
için olduğu gibi, kurtuluş dilerdi. Lakin kurtarmaya kalkmak fuzili
olurdu.

Etrafta hıçkırıklar ve göz yaşları yoktu; ******'ün de gözleri ıslanmış
değildi. Suriyelilerin 1. Dünya Savaşı’nda Türk düşmanlarıyla
birleştiklerini, Türk ordusunu arkadan vurmaya çabaladıklarını, belki
ihanet ettikleri için ihanete uğradıklarını düşünüyordu.

- Her millet, layık olduğu yaşayışa erer!.. dedi ve yürüyüp gitti.

(Nükte Ve Fıkralarla ******, Sh. 98)



---------------------------------------------------------------------------------------

İTALYAN SEFİRİNE VERİLEN DERS


******'e ihanet edenler, o'nun birçok konuları içki sofrasında
hallettiğini iddia ederler. Yalnız aşağıda nakledeceğim olay bile bu
düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu ispata yeter:

"Habeşistan savaşının başlamasından önce, İtalya'nın Rodos'a askeri
yığınakta bulunduğu günlerdeydi. Bir akşam yine ******’ün sofrasına
çağrılanlar onu ayakta ve balkonda gezinmekte buldular.

- Tevfik Rüştü nerede?

- Ankara Palas'ta, bazı sefirlere bir ziyafet veriyor.

- Biz de oraya gitsek olmaz mı?

Etrafındakiler beyhude ******'ü buna protokolün müsait olmadığına
inandırmaya gayret ediyorlar. Fakat, o'nun kesin karar verdiği bir
konudan geriye çevirmek kimsenin haddi değildir.

Otomobiller, Ankara Palas'a vardığı zaman ******’ün otelin
merdivenlerini sallana sallana ve yanındakilerin yardımı ile çıktığını
görenler hayret ettiler. Çünkü Çankaya’da ******’ün bir yudum bile
içmediğini herkes biliyordu.

Sefire ziyafet verilen salona giren ******, Arnavutluk Sefiri, Asaf
Bey’in yakınında ve giriş çıkış kapısını iyi görebilecek bir yere
oturuyor. O dakikadan itibaren salondan içeri ve dışarı kimsenin geçmesi
mümkün değildir. Şimdi konuşulanları takip edelim:

******:

- Asaf Bey, gazetelerde bir takım resimler görüyorum, Arnavutlukla
operet mi oynanıyor? diyor.

Bu sözleriyle o zamanlar yeni kral olan Zogo'nun sorguçlu resimlerini
kastettiğini anlamakta gecikme yen sefir ne söyleyeceğini şaşırıyor.
****** devam ediyor:

- Cumhuriyetten ne zarar görüldü ki, Arnavutluk'ta krallık ilan edildi?
Hem, takip edilen politika da tehlikelidir. İtalya'nın Arnavutluk’u
Balkanlar’da bir basamak yapması ihtimalden uzak değildir.

Bunu duyan İtalyan Sefiri, mücadeleye kalkınca Ata:

- Haber aldığıma göre, Roma'da bazı öğrenciler sefaretimizin önünde
mümayiş yapmışlar. Antalya'yı istemişler. Antalya sigara paketimidir ki,
sefir cebinden çıkarıp atsın. Antalya buradadır. Buyurun alın!... Hem
benim bir teklifim var. Eğer hakikaten böyle bir şey düşünülüyorsa
Mussolini cenaplarına müsaade edelim. Antalya'ya asker çıkarsınlar.
Bütün çıkarma tamam olunca savaşırız. Mağlup olan hakkına razı olur.

Sefir atılıyor:

- Ekselans bu bir savaş ilanımıdır?

Ata:

- Hayır, diyor. Ben burada bir fert olarak konuşuyorum. Türkiye savaş
ilanı ancak büyük millet meclisi dahilindedir. Fakat unutmayınız ki,
gerektiği zaman Büyük Meclis Türk Milleti’nin hissiyatını tercüman
olmakta gecikmez.

Konuşmasının bu hali olması üzerine, İsmet Paşa'ya telefon edilir ve
Ankara Palas'a çağrılır.

****** de bunu haber alınca etrafındakilere:

- Hükümet geliyor, biz gidelim! diyerek Ankara Palas'ı terk eder.

- Çankaya'ya dönüldüğü zaman herkes ******'ün gayet normal olduğunu
hayretler içinde seyrederken Ata:

- Artık İtalya ile savaş tehlikesi yok. Rodos'a yapılan yığınak
Habeşistan'a dönecektir!

Hakikaten kısa bir süre sonra Habeşistan savaşı başladı.

(Nükte Ve Fıkralarla Atattürk, Sh. 308-309-310 )


---------------------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK VE LİMAN VON SANDERS


Mustafa Kemal Arıburnu kumandanıdır. İngilizler Anafartalar'a
çıkmışlardı. Vaziyet buhranlı ve çok tehlikeli idi. Mustafa Kemal,
Başkumandan Vekili Enver Paşa'ya doğrudan doğruya müracaata mecbur
kalıyor. Kendisini tatmin eden cevap alamıyor. O sırada karargahı
Yalova' da bulunan Liman von Sanders Paşa telefonla Mustafa Kemal’i
arıyor. Muhavereye delalet eden Erkan-ı Harbiye Reisi Kazım Bey'dir.
Liman von Sanders'in sorduğu sual şudur:

- Vaziyeti nasıl görüyorsunuz, nasıl bir tedbir-i tasarruf ediyorsunuz?

- Vaziyeti nasıl gördüğünüzü çoktan size iblağ etmiştim. Tedbire
gelince:bu dakikaya kadar çok müsait tedbirler vardı. Fakat bu dakikada
bir tek tedbir kalmıştır.

Liman von Sanders Paşa soruyor:

- O tedbir nedir?

Cevap katidir:

- Bütün kumanda ettiğimiz kuvvetleri tahtı emrine veriniz. Tedbir budur.


Cevap müstehzidir:

- Çok gelmez mi?

- Az gelir,

Ve telefon kapanıyor.

Pek kısa bir zaman sonra hadiseler, Liman von Sanders Paşa'yı kumanda
ettiği kuvvetleri Mustafa Kemal'in emri altında vermeye mecbur etmiştir.


(İlginç Olaylar Ve Anektodlarla ******, Sh. 162)


---------------------------------------------------------------------------------------

MUSTAFA KEMAL PAŞA VE YUNAN KUVVETLERİ KOMUTAN TRİKOPİS


Bütün bu taarruz esnasında Gazi'nin yanında bulunan arkadaşlar, Yunan
Kuvvetleri Komutanı General Trikopis'in başkumandan çadırına nasıl
getirildiğini şöyle anlattılar.

Trikopis, diğer esir kolordu ve fırka (tümen) kumandanları ile birlikte
Gazi'nin huzuruna çıkarıldıkları vakit, hepsi çok heyecanlı ve bitkin
halde imişler. Gazi, bunları oturtmuş, kendilerini teselli için bu gibi
malubiyetlerin tarihte misalleri olduğunu, sevk ve idarede vazifesini bi
hakkın yapmış iseler vicdanen müsterih olabileceklerini söylediği zaman
Trikopis:

- “Askeri vazifemi tamamen yaptığıma eminim. Fakat asıl vazifemi
maalesef yapamadım." diye intahar edemediğini anlatmak isterken Gazi:

- “O size ait bir düşüncedir." diye sözünü kesmiş ve harita üzerinde:

- “Şurada bir fırkanız vardı. Niçin onu şuraya almadınız. Filan yerdeki
kuvvetlerinizi falan yere süreydiniz daha iyi olmaz mıydı?" gibi bazı
tenkitler yapmış, Trikopis:

- “Ben öyle hareket etmek için emir verdim. Fakat (yanındaki kolordu
komutanını gösterirken) bu yapamadı!" demiş.

Bu görüşmeler olurken esir fırka kumandanı yavaşça yanında bulunan
zabitlerimizden birine:

- “Bizim ile konuşan bu general kimdir?" diye sormuş zabit:

- “Başkumandan Mustafa Kemal" deyince adam hayrete düşmüş:

- “Şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! Bizim başkumandan İzmir'de
vapurda oturuyordu!" diyerek derdini dökmüş.

(İlginç Olaylar Ve Anektodlarla ****** Sh. 43)

---------------------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK VE KÖYLÜ

******, sık sık memleketi dolaşan bir liderdi. Çiftçi ile konuşur;
işçi, sanatkar, esnaf ile konuşur. Memleketin derdini arar bulur.
Meclise getirir, milletvekillerinden, bakanlardan hesap sorardı.

İşte böyle yurt gezilerinden birinde orta Anadolu’da tarlasında çift
süren bir çiftçi ile karşılaşmıştır.

- Kolay gele, bereketli ola ağa.

- Allah razı olsun bey.

- Hayrola ağa, öküzün teki ne oldu?

- Devlete borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık, koca
öküzü satıp borcumuzu ödedik.

- "Sağlık olsun ağa" diyerek konuşmasını kısa kesmiştir.

Çiftçinin adı Halil Ağa idi. ******'ün yanındakiler, İçişleri Bakanı
Şükrü Kaya, Salih Bozok, Kılıç Ali, Husrev Gerede, Emir Subayı Resuhi
Bey, daha bir kaç yakını vardı. Yürüyorlardı. ****** düşünceli idi.
Salih Bozok'u yanına çağırdı. Salih, yarın sabah git Halil Ağayı bul,
bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye
çağırıyor de.

Ertesi gün; Salih Bozok Halil Ağayı bulmuş, yanına getirmiştir. ******
ayağa kalkarak; “Buyur Halil Ağa” deyip bir sandalye göstermiştir.
Zamanın başbakanı İsmet İnönü de salonda bulunuyordu ve olanlardan
habersizdi. ****** Halil Ağaya dönerek; "Halil Ağa, anlat şu vergi
işini bir daha" demişti.

Halil Ağa, vergi borcunu, icrayı, satılan öküzünü tekrar anlattı.
****** kaşlarını çatarak İsmet Paşa ve Şükrü Kaya'ya dönerek;
"Arkadaşlar, biz İstiklal Savaşı'nı Halil Ağa’nın öküzünü icra yoluyla
satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi
koruyacağız. Gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü
öküzü elinden alınmaz. "

Halil Ağa "Sen ****** paşamsın galiba, beni bağışla, kusur ettim" diye
yalvaracak oldu.

"Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın" diye Halil Ağa’yı
ayakta uğurlamıştı. ****** Türk köylüsünün borcu konusunda çok titiz
davranmıştır.

Olaylar Ve ******, Sh 41-42


---------------------------------------------------------------------------------------

YAVUKLUM GÖNDERDİ


Bir akşam, uzun müddet didişen, uğraşan iki erden birisinin yüzünü
sildiği mendil gözüne ilişmişti. Bu işlemeli ve göz alıcı yağlığı
isteyerek sordu.

- Bunu nereden aldın ?

Bu ani soru karşısında şaşıran kahraman Türk çocuğu, sıkılarak cevap
verdi :

- Yavuklum gönderdi, Atam !

Büyük kayıplar karşısında bile ağladığı görülmeyen, acı duygularını
içinde gizleyen büyük şef, bilmem neden, o anda sarsılmıştı; dolan mavi
gözlerinden iri damlalı yaşlar dökülüyordu. Erin, demin yüzünden akan
terleri sildiği bu mendile o da göz yaşlarını silmiştir.

Olaylar Ve ******, Sh 56



---------------------------------------------------------------------------------------

DİNLEMEKTEN ZEVK ALIRIM


Neşeli bulunduğu bir zamanı seçerek:

- Paşam... Demiştim, şu danıştıklarının içinde bazen öyleleri var ki,
şaşırıyorum. Bunların mütalalarına nasıl olsa sonunda iştirak
etmeyeceksin. Kararını önceden vermiş olduğun da malum... O hal de, ne
diye onları birer birer çağırıp karşısında söyletirsin?

******, yüzüne alaycı bir eda ile bakıp şu cevabı vermişti:

- Bazen hiç umulmadık adamdan ben çok şeyler öğrenmişimdir; hiç bi
kanaatı hakir (değersiz) görmemek lazımdır. Neticede, kendi fikrimi bile
edecek olsam, herkesi ayrı ayrı dinlemekten zevk alırım.

Olaylar Ve ****** Sh 58

---------------------------------------------------------------------------------------

İKİMİZ DE "GAZİ"YİZ...


Bir tarihte Eskişehir’i ziyaretinde; yakın köylerde gezinti yaparken,
asırlık çınarların gölgesine sığınmış bir köy kahvesi önünde otomobili
durdurdu. Salih Bozok'a;

- Bu çınarları hatırlıyorum... Dedi; zaferden sonra bir gün yolum
düşmüştü!... Eski hatıraları bir an tekrar yaşatmak için; araba dan
inip, büyük bir tevazuuyla köy kahvesinin harap iskemlesine oturdu.

Biraz sonra kahveci ona, köyünün yegane ikramı olan ayranı temiz
bardaklar içinde getirince “Gazi” pek memnun oldu. Yaşlı kahveciye
sordu:

- Adın ne?...

- Yusuf!...

- Buralarda geçmiş harbi hatırlar mısın?...

- Nasıl hatırlamam, paşam?... Maiyetinde çavuştum!...

- Maiyetimde mi...

Bütün kuvvetlerin baş kumandanı değil miydin, paşam!... Hep emrinde
savaştık.

Büyük kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmişti. Aferin; Gazi Yusuf
Çavuş!... deyince, eski asker el buğuladı:

- Estağfurullah, paşam!... Gazi sizsiniz!...

- Rütbe başka... Fakat harpten dönmüş iki asker olmamız sıfatıyla ikimiz
de "Gazi"yiz!...

Ve tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavuşa vermek
lütfünü göstererek, ilave etti:

- Şerefine Gazi Yusuf Çavuş!...

- Şerefte daim ol paşam!...

Ağlamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamanın çok parası olan bir
yüzlük verip gülümsedi:

- Allahaısmarladık, silah arkadaşım!...

******’ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları, Sh 50-51

---------------------------------------------------------------------------------------
KONYA İSYANINDA


Konya İsyanı'nı müteakip Konya'ya gelen ****** sinirli ve üzgündü.
Şehrin ileri gelenleriyle belediye salonunda konuşurken elindeki yanar
sigarayı bir aralık iki parmağı arasına almış ve ateşi parmakları
arasında ezerek söndürmüş ve şöyle demişti:

Ateş nerede çıkarsa çıksın, iki parmağımın arasında böyle ezeceğim!...

Nükte Ve Fıkralarla ******, Sh 41


---------------------------------------------------------------------------------------

ATATÜRK VE ALEMDAR



******, Osmanlı Padişahları arasında Yıldırım ve Beyazıt, Fatih, Yavuz,
IV. Murat'ı beğenirdi. Sadrazamlar arasında da Alemdar Mustafa Paşa'ya
kızardı:

- Biraz kültürü olsaydı Cumhuriyeti ilan ederdi!.. derdi.

- Büyük Reşit Paşa'nın kültürü, Alemdar Mustafa Paşa'nın kültürü
birleşebilseydi, ben tarihe başka bir görevle girerdim, demişti.

Nükte Ve Fıkralarla ******, Sh 321-322

---------------------------------------------------------------------------------------

OLUR ŞEY DEĞİL


Muallimler Ankara'da bir içtima yapmışlar, içtimaa iki üç muallim hanım
da iştirak ederek salonda ayrı bir yere oturmuşlardı.

Muallim hanımların içtimaa gitmelerini hoş görmeyen Meclis'in
sarıklıları Gazi'ye şikayete gidiyorlar.

Gazi kızarak:

- "Kimmiş Muallimler Cemiyeti Reisi? Çağırın onu!"

Ve Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle
çıkışıyor:

- “Siz Muallimler içtimamda ne yapmışsınız? Ne ayıp şey bu?"

Mazhar Müfit şaşakalır. Gazi'den bu hareket mi beklenirdi? Sarıklılar
muzaffer bir besaretle gülüyor. Sarıklılar neşe içinde Gazi'nin sesi hep
aynı tonda devam ediyor.

- "Olur şey değil olur şey değil!"

Mazhar Müfit hala ayakta ve hala ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap
vermeye çalışıyor:

- "Efendim vallahi..."

- "Bırak bırak ben hepsini biliyorum; içtimaa Muallime Hanımlar’ıda
çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize
mi itimadınız yok, Türk hanımının faziletine mi ? Bir daha öyle ayrılık
gayrılık görmeyeyim, anladınız mı ?

******'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları Sh 59


---------------------------------------------------------------------------------------
ATATÜRK'E BİR KÖYLÜNÜN CEVABI



Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan başkaldırıp ne
memleketi imar edebilmişiz, ne de kendimiz refaha kavuşmuşuzdur. Bunun
sebebi, bizim suçumuzda olduğu kadar düşmanlarımızdadır da. Çünkü başta
Moskoflar olmak üzere düşmanlarımız hep şöyle düşünürlerdi :

- Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler...

Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaşlar açarlar,
balkan milletlerini “istiklal” diye kışkırtırlardı.

Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri
müslimler durmadan zenginleşirlerdi.

Onların neden zengin, bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü, ******’e
verdiği kısa bir cevap ile gayet veciz olarak izah etmiştir.

******, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük
binaları işaret ederek sormuş:

- Bu köşk kimin?

- Kirkor'un...

- Ya şu koca bina ?

- Yargo'nun

- Ya şu ?

- Salomon'un...

****** biraz sinirlenerek sormuş:

- Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların
arkalarından bir köylünün sesi duyulur:

- Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boyları’nda, Balkanlar’da,
Arnavutluk Dağları’nda, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da
savaşıyorduk paşam...

****** bu hatırasını naklederken:

- Hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar
olmuştur, der dururdu.

******'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları, Sh 18

---------------------------------------------------------------------------------------
HAKİKİ İNSAN


******, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve
sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi. İnsanların halet-i
ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan
bir zekaya malikti.

O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin
vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:

- Beni hakikaten sever misiniz?

Muhatabı hemen cevabı yapıştırır:

- Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!

- Peki her dediğimi de yapar mısınız?

- Derhal

******, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır.

- Öyleyse, al tabancamı, sık kafana...

- “Aman Atam” der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz. Benim ölmemi
istemezsiniz. Meseleyi anlayan ******, yeleleri kabaran bir aslan
mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri
sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar’dan kopmuş bir kaya
parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp
kafasına sıkmasını emreder. Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine
getirir, fakat kendisine bir şey olmaz. Çünkü, ******, daha önce
tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır.

İşte o zaman, ****** yanındakilere şöyle der:

- Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?

Ruhu şad olsun.

******'ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları, Sh 1


---------------------------------------------------------------------------------------

ADAM OLMAK



Bir gün mecliste, halk partisi tüzüğü konuşulduğu zaman, hoca
milletvekillerinden biri kürsüde ağır tenkitlerde bulunuyordu. Tenkitler
hiç de hoşa gidecek şeyler değildi.

Hoca bir aralık:

- Bu "asri" kelimesi ne demektir? deyince, Mustafa Kemal, reislik
makamında oturduğunu unutarak, yukardan hatibe doğru eğilerek:

- Adam olmak demektir, hocam adam olmak... demişti.

Doğrusu bütün inkılap programının da özeti bu idi.

F. Rıfkı Atay, Çankaya

---------------------------------------------------------------------------------------

DÜŞMAN DA KAHRAMAN



Birgün Çanakkale’ye giden bakanlardan birine ****** şöyle dedi:

- Orada Mehmetçik anıtının başında şehitleri anacaksınız. Siz
olmasaydınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere karşı siper etmeseydiniz,
boğaz elden gider, İstanbul elden giderdi diyeceksin.

- Evet efendim.

- Çanakkale'de yalnız bizim şehitlerimiz yok. Bu topraklar üzerinde
kanlarını döken insanları da o kahraman düşman savaşçılarını da saygıyla
anacaksın.

Bakanın ricası üzerine bu son söylenecekleri ******'ün kendisi
hazırlamıştır. Nutuk şudur:

"Bu memlekette kanlarını döken kahraman, burada bir dost vatanın
toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yanyana
koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz; evlatlarınız bizim bağrımızdadır, huzur
içindedirler. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim
evladımız olmuşlardır."

Bu nutku yabancı gazeteler haber aldıktan sonra, haftalarca, aylarca
Avusturalya'dan, Yeni Zelanda'dan sevgi minnet mektupları yağmıştı.

F. Rıfkı Atay, Hatıralar

---------------------------------------------------------------------------------------

BİR RESSAMLA KONUŞMA


Yıllar sonra bir ressam, Mustafa Kemal'e Sakarya Savaşı’nı gösteren bir
tablo hediye etti. Kendisi, ön planda yağız bir savaş hayvanına binmiş
olarak görünüyordu. Ressam, tebrik beklerken, birdenbire Mustafa
Kemal'in "Bu tabloyu kimseye göstermeyin" demesi üzerine şaşırıp kaldı.
Kimse ne söyleyeceğini bilemiyordu. Mustafa Kemal açıkladı:

- "Savaşa katılmış olan herkes bilir ki, hayvanlarımız bir deri, bir
kemikten ibaretti, bizimde onlardan arta kalır yanımız yoktu. Hepimiz
iskelet halindeydik. Atları da, savaşçıları da böyle güçlü kuvvetli
göstermekle Sakarya'nın değerini küçültmüş oluyorsunuz dostum."

Behçet Kemal Çağlar, ****** Denizinden Damlalar

---------------------------------------------------------------------------------------

DİNLERİM


Bir gün ******'e kuvvetinin sırrını sordum;

- Durur dinlerim... dedi, sonra tekrar etti.

- Dinlerim ve sustu.

Noelle Roger, Olaylar Ve ******, TSK Mehmetçik Vakfı Yayını



---------------------------------------------------------------------------------------

ÖVÜLMEYİ SEVMEZDİ



****** bizden biridir.

Ulusuyla bütünleşme yöneliminin en tipik göstergelerinden biri de şu
kısa öyküde belirlenir:

“Cumhuriyetin onikinci yıl dönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştı.
Bunlar içinde şöyleleri vardı: “****** bizim en büyüğümüzdür”, “******
bu milletin en yücesidir”, “Türk Milleti asırlardır bağrından bir
Mustafa Kemal çıkardı.”

Listeyi dikkatle gözden geçirdi. Bunlar ve bunlara benzeyenleri çizdi.
Hepsinin yerine şunu yazdı: “****** bizden birisidir.”

Banoğlu, Age, S. 11

---------------------------------------------------------------------------------------


İDEALİST



Erkan-ı Harbiye Mektebi’ni bitirir bitirmez, staj bahanesiyle Şam’da V.
Ordu Merkezi’ne sürülmüştü.

O sırada, mensup olduğu süvari alayı, Havran’da patlak veren bir isyanı
bastırmaya sevk edilirken, Mustafa Kemal, Şam’da alıkonmak istenmişti.

Bu hareket, çok ağırına gitti. Kıtasıyla beraber sevkini istemek için,
alay kumandanına müracaat etti. Alay kumandanı:

- Siz bu alayda stajyersiniz! Kumanda ettiğiniz bölüğün asıl kumandanı
vazifesi başına geçmiştir. Harekata o gidecektir. Zaten siz erkanıharp
zabitisiniz. Böylece çetin işlere gelemezsiniz. Biz, sizi istirahat edin
diye Şam’da bıraktık. Merak etmeyin, maaşınız verilecektir.

Deyince büsbütün sinirlenmiş. Fırka kumandanından da bir şey
çıkmayacağını düşünerek, Ordu Kumandanı Müşür Hakkı Paşa’ya başvurmak
teşebbüsünde bulunmuş, fakat onun tarafından da kabul edilmediğini
görünce, arkadaşı Müfit’le beraber, atlarına binerek, habersizce,
Havran’a gitmişler, harekata iştirak ederek yararlıklar göstermişler.

Şam’a dönüşlerinde, karşılaştığı muameleyi bir türlü af ve hazmedemeyen
Mustafa Kemal, bir gün çarşıda dolaşırken, tesadüfen girdiği bir
dükkanda, tanıştığı -bu dükkan sahibi- tüccardan, -bilahare çorum mebusu
olan- doktor Mustafa Cantekin ile ahbaplığı ilerletince, doktorun
kendisine:

- İhtilal yapmak lazım!.. Bu idareden başka türlü kurtulunmaz. Ben
Tıbbiye’nin son sınıfındayken bu emeli takip ettiğim için hapse
tıkıldım, sonra, işte böyle sürüldüm. Benim kafamda birçok arkadaşlar
var. Behemehal ihtilal yapmak lazım. Bu yolda ölmekten bile çekinmem!..
Deyince, Mustafa Kemal’in verdiği cevap:

- Hayır, mesele ölmekle bitmez!... Asıl, ölmeden evvel, idealimizi
yaratmak, tahakkuk ettirmek ve yerleştirmek şarttır!..

Olmuştu. Bu 1905 senesinde oluyordu. Ve o gece, orada, Mustafa Kemal, üç
kafadar arkadaşıyla İnkılâp yolundaki ilk adımını atarak, (vatan ve
hürriyet) cemiyetini kurmuştu.

Banoğlu, Age, S: 72-73

---------------------------------------------------------------------------------------

JAPON VELİAHDINA VERİLEN DERS


Japon Veliahdı gelmişti. Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasındaydılar.
****** bir aralık Japon tarihinden söz açtı ve bir meydan muharebesini
anlattı.

Japon Veliahdı hayret etmişti.

****** tarihten mitolojiye geçti ve yine Japon mitolojisinden konuştu.

Veliahdın ağzı açık kalmıştı.

Söz edebiyata intikal etti. Gazi:

- Japon şiirinin dünya edebiyatında çok büyük yeri vardır... Diyerek
meşhur Japon şairlerinden mısralar okudu.

Veliaht:

Bunları nereden biliyorsunuz? diye soramadı. Fakat ******’ün bilgi ve
hafızasına hayran kalmış, onun esiri olmuştu.

****** hep böyleydi. Herkesi kendine esir ederdi. Her şeyi planlıydı.
O, bütün bunları, veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak
öğrenmiş, Japon Veliahdı’na bu dersi vermeyi ve kendine hayran bırakmayı
kurmuştu. Niyazi 116-117

---------------------------------------------------------------------------------------

SİZ NAPOLYONA BENZİYORSUNUZ.



Mustafa kemal, bu benzetmeyi reddetti ve:

- “Napolyon, arkasına bir sürü, muhtelif milliyetteki insanları
toplayacak macera aramaya çıktı. Ve bunun içindir ki yarı yolda kaldı.
Ben bir anadan, bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanımı kurtarmak
davası yolundayım. Ve bu muhakkak ki muvaffak olacağım!” Cevabını
verdi.

Mustafa Kemal’in giriştiği mücadeleyi hayret ve takdirle karşılayan
Towsend, kendisine karşısındaki düşmanın kudretini hatırlatmak
isteyerek:

- “Siz mücadeleye mecbur olduğunuz düşmanın ne kadar kuvvetli olduğunu
hesaba katmıyorsunuz. Bu düşmanın size her vasıta ile, oturduğunuz
odadaki eşya, yemeğiniz ve her şeyinizle bir fenalık yapabilmesi
ihtimali bile vardır,” dedi.

Mustafa Kemal gayet sakin bir eda ile:

- “Evet, karşımdaki düşmanın çok kuvvetli olduğunu biliyorum. Fakat
insaniyeti müdafaa eden kimseler ölümle tehdit edilmelerine rağmen
ölmezler ve ebediyen yaşarlar!” Cevabını verdi.

Sabaha karşı müzakere bittiği vakit büyük bir hayranlıkla Mustafa
Kemal’den ayrılan Towsend, refakatindeki memur Türk subayına:

- “Ben şimdiye kadar 15 hükümdar ve cumhurbaşkanı ile özel ve resmi
konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa
Kemal’de büyük bir ruh kudretinin esrarı var, ” dedi.

Banoğlu, Age, S:126


---------------------------------------------------------------------------------------


ATATÜRK’E “PAŞA” DİYEN KAYMAKAM NASIL AZARLANDI.


****** bir gece sabaha karşı ani bir kararla ve habersiz olarak
Alanya’ya çıkmıştı. Sabahın ilk saatleri... Beş kişilik bu gurup, sıcak
bir şey içecek, tıraş olacak bir yer arıyorlar. Bu sırada bir jandarma
eri, kendilerini tanıyıp kaymakamı durumdan haberdar ediyor. Kaymakam
ayağına pantolonu, sırtına redingotu, başına melon şapkayı geçirip
koşuyor. Fakat yüzü bir hayli tıraşlıdır. Heyecan ve şaşkınlığı
kaymakamın her halinden bellidir.

Şimdi fıkranın özünü sayın Ali Kılıç’tan dinleyelim:

- “Kaymakamın gayet sade ve samimi hali, heyecan ifade eden görünüşü
******’ün pek hoşuna gidiyordu. ****** çok keyifli ve neşeliydi. Ara
sıra kaymakamla şakalaşıyordu. Bir aralık kaymakam bir şey anlatmaya
başladı.

- “Paşa hazretleri!...” Diye hitap ederken, ******:

- “Kaymakam Bey, Büyük Millet Meclisi’nin paşalık, beylik, efendilik
gibi unvanları bir kanunla kaldırmış olduğunu biliyor musun?

Sonra bizi göstererek ilave etti:

Bu arkadaşlar milletvekilidir. İçişleri bakanından soruda bulunurlarsa
ne yapacaksın? Deyince, kaymakam bu şakayı da ciddiye almış ve:

- “Şu halde size ne diye hitap edeyim?” diye sormuştu.

Kaymakamın bu hali ******’ün çok hoşuna gitmiş, çok gülmüşlerdi.

Banoğlu, Age, S:478

---------------------------------------------------------------------------------------


ATATÜRK VE KİN


******’ün asla kini yoktur. Bir kimseye ne kadar kızarsa kızsın, bir
süre sonra affeder, onları unutur, bir daha tekrar edilmesini ile arzu
etmezdi. Bu yüzden civarındakilerden birçokları zaman zaman gözden
düşer, sonra yeniden affedilir, yeniden eski mevkiini alırdı. Fakat,
asla göz yummadığı şey, bir kimsenin ekmeğiyle oynanmasıydı.

Yeni harflerin en büyük taassupla takip edildiği bir devirde bir
seyahati esnasında bir hükümet bürosuna girdi. Açtığı bir defterde ir
deste eski harflerle yazılmış notlar ve kağıtlar buldu. Defterin sahibi
yaşlı bir memurdu.

******, hayatında ender rastlanan bir hiddetle memurdan başladı. Amirde
bitirdi, hepsini kovdu. Dışarı çıkarken de:

Bunlar mikroptur, efendim! Milli bünyenin iyiliği namına temizlemeli!..
Diye bağırdı.

Akşam oldu. Vilayet konağında bir ziyafet vardı. Bir aralık söz yine
yeni harflere geldi. ******, valiye sordu:

- “Bugünkü yobazlara ne yaptın?”

Vali:

- “Görevlerine son verdim, paşam. Esasen ücretli hizmetlilerdi”.

****** durakladı. Sonra usulca:

- “O olmadı işte!...” dedi. “Bu adam kabahatli, muhakkak!.. Fakat,
çoluğu çocuğunun suçu ne?... Onları aç bırakmaya hakkımız yok. Onu
görevine usulca iade et!.. Biz adamları cezalandırmayız, ama ekmekle
oynamak doğru değildir!...”
Banoğlu, Age, S: 354
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Atanın Tokat Gibi Cevapları
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» ******'le ilgili Uydurmalar-Saldırılar ve tokat gibi YANITLAR
» Biyoloji Sınav Soruları ve Cevapları
» Lider Dediğin ATATÜRK gibi olmalı

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Online-Bilgi Yardımı :: Kültür - Sanat - Tarih - Biyografi - Şiir :: ****** Köşesi-
Buraya geçin: